-
Olaylar ve Tarihsel Gelişmeler
XVI. yy.'ın başında Yagellon ve Stefan
Batory (1533-1586) zamanları gerilerde kalmış, Polonya gerileme
dönemine girmişti.
XVII. yy. sonunda. Kral III.Yan (Jan)
Sobieski, (1629-1696) tahttan indirilmişti. Ülkede karışıklık
hüküm sürüyordu. Kralın ölümünden sonra 1696 yılında Polonya'da
Fransız prensi Konti ile Saski Prensi Frederik August arasında
taht kavgası çıktı. Ordusuyla Polonya sınırını ilk önce geçen
Saski Prensi Frederik August, Krakovv'u alarak, l!. August
adıyla taç giydi.
XVIII. yy.'da Polonya'da III. August
baştaydı. Ülke tamamen güçsüz düşmüştü, anarşi hüküm
sürmekteydi. Bu sırada politika sahnesinde genç Stanislav August
Poniatowski, (1732-1798) görünmeye, başladı. Kral III. August
(1733-1763) tarafından Rus Çariçesi Elizabet'e elçi olarak
gönderilen Poniatovvski, Çariçe Katerina'ya âşık oldu (sonraki
adıyla, Çariçe II. Ka-terina).
1756 yılında sevgilisiyle Ömür boyu
beraber olmanın çârelerini düşünen genç aşığın aklına, Katerina
ile evlenebilmesinin, ancak kendisi kral olursa mümkün
olabileceği geldi. Öyleyse Polonyalılar onu kral olarak
seçmeliydiler. Bir masal kahramanı gibi davranan Poniatovvski,
sonunda sadece sevdiği kadına kavuşabilmek için, taç giyecekti.
II. Katerina başa geçtikten sonra 1762
yılında Kont Kayzerling'i, Ponia-tovvski'yi kral seçtirmek üzere
büyükelçi olarak Polonya'ya yolladı. Böylece 7 Eylül 1764
yılında Poniatovvski kral seçildi. Ponîatovvski tipik bir
demokrattı. Hükümetin, halkın görüşleri ile yönetilmesi
gerektiğine inanıyordu. Ama Poniatovvski'ye karşı olan asiller,
kraldan nefret etmekte ve çeşitli politik oyunlarla onu
düşürmeye çalışmaktaydılar. Asillerin krala karşı olan bu
tutumları ve sürekli olarak çevirdikleri entrikalar, ülkede iç
karışıklıklara yol açıyordu. Polonya tamamen güçsüz ve her türlü
politik oyuna açık duruma gelmişti.
Poniatovvski asilzade evinde büyümüş,
iyi eğitim görmüş bir aristokrattı. Avrupanın en zeki kişileri
arasında yer almasına rağmen, iyi bir politikacı değildi. Bu
yüzden çok iyi hazırlanmış hükümet programını uygulama fırsatı
bulamadı.
1795 yılında Rus yönetiminin emriyle son
Polonya kralı askerlerin gözetiminde Polonya'yı terk etmek
zorunda kaldı. 1798 yılında sürgün edildiği Pe-tersburg'da öldü.
Sen Katerina kilisesinin mezarlığına gömüldü. 1938 yılı
Temmuzunda Sovyetler Birliği Yönetimi, Kralın lahdini Polonya'ya
teslim etti.
Lahit Bug nehri kıyısındaki, Brzesc
şehri yakınındaki Poniatowski ailesinin özel mülkü olan
Wolçin'deki kilise içinde gömüldü. Bu arazinin bulunduğu
topraklar, II. Dünya Savaşı'ndan sonra Sovyetler Birliği
sınırları içinde kaldı.
Bu süre içinde Avrupa Devletleri de
aralarında anlaşamıyorlardı. Ama bütün bu anlaşmazlıklara rağmen
Avusturya, Rusya ve Prusya, Polonya'yı aralarında paylaşma
konusunda birleştiler.
1772 yılında üç büyük devlet,
Polonya'nın parçalanması anlaşmasını imzaladılar. Bu anlaşmaya
göre; Güney Bölgesi (Galiçya) Avusturya'ya; orta ve kuzeyi
Prusya'ya, Niemen ve Bug nehrinin doğu kısmı ise, Rusya'ya
geçti.
XVIII. yy. başında Polonya, komşuları
Rusya ve Prusya'dan daha zengin ve daha büyük bir savaş gücüne
sahipti. Yüzyılın ikinci yarısında Orta-Doğu Avrupa'da yeni bir
kuvvet dengesi doğdu. Buna göre Rusya ve Avusturya güç
kazanıyor, Polonya ve Türkiye güç kaybına uğruyorlardı.
XVIII. yy. ortalarında Osmanlı Devleti,
parçalanmış olan Polonya'nın müttefiki durumundaydı. Ama ne
yazık ki geçmişin bu iki kuvvetli ülkesi, artık çöküşlerini
durduracak güçte değildiler.
Bu gelişmeler sebebiyle, XVIII. yy.'ın
ikinci yarısında istanbul, polonyalı siyasî göçmenlerin sığınak
yeri halinde gelmişti. Bu süre içinde Osmanlı Devleti, Kazimierz
Pulavski (Savannah kahramanı) ve bir çok polonyalıya kucak açtı.
XVIII. yy. sonunda artık Polonya
krallığı yoktu. Ama Osmanlı İmparatorluğu, Polonya'nın
parçalanmasını hiç bir zaman tanımadı.
Hatta bu konuda gelmesi beklenen Leh
Elçisi için, Bâb-ı Âli'de verilen her ziyafette, devamlı boş bir
iskemlenin bulundurulduğu söylentisi çıkmıştı. Ayrıca
İstanbul'da Leh Elçiliğinin kendi mülkü olan Elçilik binası,
Lehistan'ın parçalanmasından sonra Bâb-ı Âli'nin korunmasına
alınmıştı. Bu da Leh egemenliğinin simgesi olan tek toprak
parçasının Osmanlı hukukunca tanındığını gösteriyordu. Osmanlı
imparatorluğu'nun, Lehistan'ın parçalanmasını tanımaması, iki
ülke arasında eski anlaşmazlıkların da giderilmesini sağladı.
Leh sokağındaki Elçilik binasının
bulunduğu alan, sonradan, Fransız Büyükelçiliği ile İtalyan
Başkonsolosluğu arasında paylaşıldı.
Düşmanları tarafından güçsüz düşürülen
ve sürekli tehdit edilen iki ülke, aralarında yakınlık
arıyorlardı. Ama doğrudan politik ve askeri işbirlikleri olmadı.
XIX. yy.'da, Avrupa'nın bir çok
ülkesinde, diktatörlük, haksızlık ve gericilik
hüküm sürmekteydi. Türkiye ise, artık
reform yolunda ilerlemeye başlamıştı.
Aynı zamanda çok sayıda Polonyalı göçmen
de, hükümet kademelerinde görev almaya başlamıştı. Polonyalı
göçmenler, Türkiye'nin Avrupalılaşmasında ve liberalleşmesinde
çaba sarfediyorlardı.
Prens Adam Jerzy Çartoriski (Adam Jerzy
Czartoryski) (1770-1861) ('Taç giymeyen Polonya Kralı") Avrupa
ülkeleriyle ilişkileri sayesinde, o zamanlarda yeni gelişen Türk
diplomasisine çok faydalı oldu. Polonyalılar her zaman
Türkiye'nin, bağımsızlığına kavuşmaları için yardımcı olacağı
umudunu taşıdılar.
Tanzimat Devri'nde Polonyalı siyasî
göçmenler arasında Türkiye'ye büyük ölçüde bir akış görüldü.
Osmanlı imparatorluğu ülkeyi modernleştirmek için sadece teknik
alanda değil, askerî alanda da kalifiye elemana ihtiyaç duyuyor;
batıyı örnek olarak alıyordu. Bu noktada Türkiye'nin gerekli
eleman ihtiyacı ile Polonyalıların bağımsızlıklarını sağlama
umutları, iki ülke arasındaki ilişkiyi canlı tutuyordu.
1831 yılındaki Kasım ayaklanması
trajedisi, sadece Polonya'nın bağımsızlık umudunu yıkmakla
kalmadı, aynı zamanda bir çok kişinin ölümüne, bir çoğunun da
ölüm korkusuyla ülkeyi terk etmesine yol açtı. Çok sayıda
polonyalı Fransa'ya kaçtı.
1833 yılı Şubatında Paris'te Türk Elçisi
bulunan Namık Paşa ile Prens Adam Çartoriski arasında, Türk
topraklarında bir Polonya Kolonisi kurulması konusundaki ilk
görüşme yapıldı. Aynı yılın Nisan ayında Türk Elçisi konuyu bu
kez General Dembinski ile görüştü. Hatta bir kaç bin
Polonyalının Osmanlı Ordusu'nu düzenlemek için Fransa'dan
Türkiye'ye getirilmesi projesi gündeme getirildi. Prens Adam
Çartoriski Divan Heyetinde yer alacak, bir grup polonyalı ise
tarım kolonisi kuracaktı. Prens Adam Çartoriski bu projenin
gerçekleşeceğine pek inanmıyordu, ama General Dembinskiden
konuyu incelemesini istedi. Sonuçta Türk teklifi sadece proje
olarak kaldı. Fransada bulunan göçmenler Türkiye'ye gelmedi.
Sadece General Vojceh Hişanovski (Wojciech Chrzanovvski
1793-1861) ordu danışmanı olarak İstanbul'a geldi. (1836)
Rusya, 1831 yılında Polonya Savaşı'nı
kazandıktan sonra Avrupada siyasî ağırlığı artmış Balkanlar ve
Boğazlar hakkındaki eski emperyalist düşünceleri tekrar
canlanmıştı.
1849 yılında Avrupa'da yeni Polonya
göçmen dalgasının çoğalmasıyla Prens Adanı Çartoriski Osmanlı
Hükümeti'ne, Osmanlı topraklarında askerî karakterde bir Polonya
tarım kolonisi kurulmasını teklif etti. Osmanlı Hükümeti bu
teklifi kabul etti ama, yerleşme alanı olarak Kıbrıs'ı gösterdi.
Aynı zamanda askerlere Matta'ya gitmeleri de teklif edildi.
Teklifi az sayıda asker kabul etti. (Graboyski,
General Vladislav Zamoys-ki, Bystonovski.)
Osmanlı yönetimi Kıbrıs'ın yerleşme
alanı olarak gösterilmesine gerekçe olarak, ada toprağının
verimli olmasını ve nüfus azlığını gösterdi. Türkiye koloni
projesini kabul etmeye istekli gözüküyordu. Ama karar almayı a-çıkça
geciktiriyordu: Rusya'dan çekiniyor Fransa ve İngiltere'nin
muhtemel desteğini bekliyordu.
Diğer taraftan Prens Çartoriski
Polonyalı göçmenlerin Batı Avrupa'dan getirilmelerinde zorluklar
görüyordu. Yerleşme alanı olarak Kıbrıs'ın seçilmesi, onu memnun
etmedi. Kıbrıs'ın Avrupa'dan ve Polonya topraklarından çok
uzakta olduğunu düşünüyordu. Sonraki siyasî olaylarda Rusya ve
Avusturya'nın Polonya'ya karşı kesin düşmanca davranışları, bu
projenin gerçekleştirilmesini engelledi.
Ülkelerinde gerçekleşmeyen devrimden
kaçan Macarlar ve Polonyalılar, Türkiye'ye Avrupa'nın
Milliyetçilik anlayışını getirdiler. Bir çoğu islâm dinini kabul
edip Türkiye'ye yerleşerek yeni fikirlerin gelişmesinde büyük
rol oynadılar.
1849 yılında Rusya ve Avusturya,
Macaristan'dan, Osmanlı İmparatorluğu'ndan kaçan Macar ve
Polonyalıların geri verilmesini istediler.
Osmanlı imparatorluğu bu ülkelerle savaş
tehlikesini göze alamazdı. Güçlü iki devlet, sürekli olarak,
kaçanların iade edilmesini istiyordu.
Kaçakların iade edilmemesi için İslâm
dini kabul etmeleri yolu, tek çare olarak kalıyordu, İslâm
kurallarına göre İslâm dinini kabul edenler, asla iade
edilemezdi.
Rusya'nın Osmanlı Devleti'nden geri
verilmesini istediği Polonyalıların arasında General Dembinski,
Jozef Bem, VVysocki gibi yüksek rütbeli subaylar ve başka
Polonyalılar da bulunuyordu, İstanbul'daki Rus temsilcisi
Vlodimiej Titov, adı geçen kişilerin hemen tevkif edilmelerini
ve Rus hükümetine teslim edilmelerini, Osmanlı Devleti'nden
resmen istedi. Teslim edilmemeleri halinde savaş tehdidinde
bulundu, islâm kurallarına göre islâm dinini kabul edenlerin
geri verilmesi söz konusu olmuyordu.
Böylece İslâm dinini kabul ederek
Osmanlı ordusunda görev alan polon-yalılardan General Jozef
Zacharias Bem (1794-1850), 1839 yılı Ekiminde İslâm dinini kabul
ederek, Murat Paşa adını aldı.
Daha sonra çok sayıda subay ve er de,
kumandanlarının etkisiyle Müslüman oldular. Bunların arasında
Osman Bey adını alan Albay Dionzi Zariski (Zionizy Zarzycki) de
bulunuyordu.
Polonya'nın çöküşünün nedeni,
topraklarının bir kısmının üç yabancı devlet tarafından paylaşıl
maşıydı. Rusya tarafından ele geçirilmiş topraklardaki
Polonyalılara Çar*ın tebaası gibi davranılıyor ve askere
alınıyordu, ülkelerinden uzaklara gönderilip, yakınlarından
yıllarca ayrılıyorlardı.
XIX. yy. başında, özellikle 1831
yılından sonra, Rus Devleti, topraklarını Kafkasya'ya kadar
genişletmek istedi. Çok sayıda Polonyalı bu savaşa katıldı ve
sayısız şehit verdi.
Kafkasya'da Karadeniz kıyısında oturan
isyancı Çerkez milletleri ile Rus Ordusu arasında devamlı savaş
sürüyordu. O zamanki Rus politikası, Kafkasya'yı silâh gücü ile
egemenliği altına alma yolundaydı.
Yerli halka acımasızca zulüm uygulandı,
askerî birlikler, zorla haraç kestiler, arazi ve evlere el
koydular. Kafkasya'da o zaman binlerce polonyalı vardı. Bunların
içinde, büyük ölçüde 1831 savaşından sonra Rus Ordusu'na alınan
Polonyalı askerler bulunmakta idi. Bundan başka her yıl Polonya-Litvanyası'ndan
ayrıca kura ile yüzlerce mahkum, askere alınarak Kafkasya'ya
geliyordu.
1831-1857 yılları arasında Kafkasya'da
rus işgali altındaki topraklardan gelen 300 bin Polonyalı
birikti.
Kafkasya'daki ordu hizmetinde bulunan bu
Polonyalılara Ruslar, haydut veya anarşist muamelesi yaparak çok
sert davranıyorlardı. Rus üstleri, Polonyalı askerleri vahşîce
dövüyor, aşağılıyor, intihar edecek veya cinnet getirecek
noktaya getiriyorlardı. Karşı gelen olursa, olay askerî
mahkemede trajik bir şekilde sonuçlanıyordu.
Kafkasya'daki Polonyalılar için "ırkçı
propaganda"nın etkisiyle diğer ülke askerleriyle birlikte
yaşamak, çok zor ve tatsız bir hale gelmişti. Ülke özleminden
başka, ulusların bağımsızlığı idealini paylaştıkları ve
kendilerine sempati duydukları dağ gerillalarına karşı savaşmak
zorunda olmaları da hiç hoşlarına gitmiyordu. Bu nedenle,
Polonya Ordusu'ndan Rus Ordusu'na alınan bu askerlerin bir çoğu,
dağlara, Türkiye'ye ve İran'a kaçtılar. Asker kaçakları
yakalanırlarsa, Rus Askerî Mahkemesi'nin insanlık dışı
cezalarından biri olan, silâh arkadaşları önünde sopa ile
dövülme cezasına çarptırılıyorlardı.
Cesur dağlı kabileler, bağımsızlık ve
özgürlüklerini elde etmek için kazakların saldırılarına küçük
birliklerle baskınlar düzenleyerek cevap veriyorlardı. 1839-1840
kışında Çerkezler Mısır'ın ve İngiltere'nin yardımı ile
gerçekleştirdikleri ayaklanma hareketi ile, bütün Karadeniz
kıyısına hakim oldular. Daha sonra kıyı gerisi hattını
kuvvetlendirmek için genel bir saldırı hazırladılar. Rus Ordusu,
Çerkez ayaklanmasını ancak sonbahardan sonra bastırabildi.
Polonyalı askerlerin bir çoğu,
kendileriyle benzer durumda gördükleri Çerkezlere karşı savaşmak
istemediler. Ayrıca savaş kargaşalığının kaçma şanslarını
arttıracağını düşündüler. Ama daha önce söylendiği gibi asker
kaçakları için askerî mahkemece ölüm cezasıyla cezalandırılma
tehlikesi vardı. Ayrıca kaçamayıp kalanları ise daha iyi bir
gelecek beklemiyordu. Çerkezlerle dil anlaşmazlığı yüzünden
trajik olaylar da meydana geliyordu. Çerkezler, teslim olan
askerlerin Polonyalı olduğunu bilmeden esir muamelesi yapıyorlar
ve köle olarak Türk pazarlarında satıyorlardı.
Üç işgalci devlet hükümetleri, 1831
yılındaki Büyük Polonya Ayaklanmasının bastırılmasından sonra,
Polonya aleyhindeki politik çalışmalarını arttırdılar. Özellikle
Polonyalıların bağımsızlık isteklerini köreltme yolunda
ayaklanma üyelerinin yakalanması için düzenlenen operasyonlarda,
ortak polis metotları ve işbirliği uygulandılar. Yeni baskı ve
yakalama yöntemleri geliştirdiler. Gerçek dışı haberlerin
yayılmasını sağlıyorlar, sonra bu haber doğrultusunda hareket
edenleri yakalıyorlardı. Bunlardan bir tanesi, Varşova
basınından halka duyurulan, Galiçya üzerinden Fransa ve
Amerika'ya göç etme imkânının bulunacağı haberiydi. Bu habere
inanıp Galiçya'ya gidenler, rus yetkilileri tarafından siyasî
suçlu olarak yakalanıyorlardı.
XIX. yüzyılda Avrupa haritasında Polonya
Devleti yoktu.
Köle olarak satılan Polonyalılar,
vatandaşlarını kölelikten kurtarabilecek bir büyükelçiliğin
olmaması nedeniyle Osmanlı Devleti'nin dört bir köşesine
dağılmışlardı.
O zaman Fransa'da yerleşmiş olan Prens
Adam Çartoriski, İstanbul'da kendi olanakları ile bir Polonya
Temsilciliği kurdu. Bunun ilk yöneticisi, Mihal Çaykovski idi.
(1804-1886) Temsilciliğin kurulmasından hemen sonra bir grup
göçmen, İstanbul'a geldi. Prens Çartoriski Çerkezlerin,
İranlıların ve Türklerin elinde köle olan Polonyalı askerlerin
satın alınmasıyla işe başladı. Zorla Rus ordusuna alınıp ordudan
kaçan ve yolunu şaşıran asker kaçağı Polonyalıları topladı.
Prens Çartoriski Osmanlı Devleti'ni kendine hareket noktası
seçerken, politik amacının gizli tutulması gerektiğini, aksi
halde temsilciliğin Rusya tarafından devamlı saldırıya
uğrayacağını ve sonunda kapanmak zorunda kalacağını biliyordu.
Bu nedenle temsilciliğin sadece İstanbul'da bulunan
Polonyalıları korumak amacıyla kurulduğu duyuruldu.
Çartoriskinin asıl amacı ise, Polonya'nın eski sınırına yakın
olan Osmanlı Devleti'nden, Polonya'ya ilerde mümkün olabilecek
bir bağımsızlık hareketi için gerekli yardımın yapılabileceği
düşüncesiydi.
Prens Çartoriski'nin çevresindeki
Polonyalı göçmenlerle Türkler arasında arkadaşlık ilişkileri
yaygın idi. Polonyalılar arasında Türkiye hakkındaki olumlu
havanın yayılmasında, söylentiler de geçerli oluyordu.
Bunlardan en tanınmış olanı, Ukraynalı
bir köylü olan Vernihor'un kehaneti idi. Buna göre "eğer bir
Türk atına Vistül'den su içirirse, Polonya özgürlüğüne
kavuşacaktı".
Osmanlı Devleti'nin Polonya'nın
paylaşılmasını resmen tanımaması, Polonya Elçisine ait olan
yerin resmî toplantılarda boş bırakılması ve eski elçilik
binasına ait Pera'daki alanın Sultan tarafından himaye edilmesi,
Polonyalıların, Türklere yakınlık duymaları için yeterli
sebepleri teşkil ediyordu.
1872 yılında İstanbul'da bulunan
Polonyalı ünlü ressam Yan Mateyko (Jan Matejko), daha sonra
yayınladığı seyahat anılarında, İstanbul'da Pe-ra'da Leh Sokağı
adlı bir sokağın varlığından bahseder. Birkaç yıl sonra, 1886
yılının Ekim ortalarından Kasım'a kadar İstanbul'da bulunan
Polonyalı yazar Henrik Sienkieviçte, yine anılarında, Pera'daki
"Rue de Pologne" yani Leh Sokağı'ndan söz eder.
Polonya-Türk dostluğunun bir sembolü
olan bu sokağa günümüzde eski adının verilmesi, kuşkusuz anlamlı
ve yerinde bir jest olacaktır.
Kafkasya'da Stavropol'de büyük bir
Polonyalı grubu vardı. Bunlar Çarlık Rusya'sından beri Katkas
topraklarına zorla yerleştirilen Polonyalılardı. Bunların
arasında 1831 Polonya Ayaklamasından sonra Rus ordusuna
katılmaya zorlanan binlerce askerden başka eski kuşak
mahkûmlarda bulunuyordu.
Tiflis Fransız Konsolosu, 1840 yılında
Kafkas Ordusu'ndaki 160 bin askerden 25-30 binin Polonyalı
olduğunu kaydeder.
Kalkas 7 batalyanunun tamamı, gizli
örgüt kurmaktan hükümlü Şimon Konarski ve Örgüt elemanları ile
daha önce Kiev Üniversitesi ve Wilno Tıp Akademisi'nde çalışmış
kişilerden meydana geliyordu. Katkas ordusunda ayrıca 1853-1856
Kırım Savaşı'nda zorla askere alınan Polonyalılar da
bulunuyordu. Bunlardan bir çoğu sonradan Osmanlı Devleti'ne
kaçmış veya Çerkezler tarafından esir alınarak, köle olarak
Osmanlıya satılmıştı.
1842 yılı Ocak ayında Prens Çartoriski, Paris'ten yazdığı
mektupta, Lazarist rahiplerine İstanbul yakınlarındaki
arazilerinde bir Polonya Kolonisi kurulmasını teklif ediyordu.
Lazarist rahipleri teklifi kabul edince, 3 Mart'ta temsilci
Çaykovski ile anlaşma imzalandı. Anlaşmaya göre Prens Çartoriski,
Lazarist rahiplerine ait olan toprakların bir kısmını sonsuza
kadar kiralıyordu. Bu anlaşma Osmanlı topraklarındaki Polonya
tarım kolonisinin başlangıcını teşkil ediyordu.
Lazaristler bu toprakları, İstanbul'daki
Fransız Büyükelçiliği'nin bankerlerinden olan Glavani'nin karısı
Rause Glavani'den hediye olarak almışlardı.
19 Mart 1842'de koloniye dini bir
törenle "Adampol" adı verildi. Bu ad, kurucusu Adam
Çartoriskinin adıyla Polonya'nın ilk hecesinin
birleştirilmesinden oluşmuştu.
Türkler, Polonyalıların yerleştiği bu
köşeye, Adamköy, Polonez karyesi ve son olarak, Polonezköy adını
verdiler.
Polonyalıların yerleşmesinin
kararlaştırıldığı bu topraklar, bir zamanlar İstanbul'a gelen
çingenelerin konakladığı, Alemdağı'nm eteklerinde "büyülü
çingene toprakları olarak anılan yerde bulunuyordu. Arazi, vahşi
çalı ve dikenlerle kaplı, verimsiz ve kuru bir toprak parçası
görünümündeydi. Yerleşilmesini elverişli kılan, ormana yakın
olması ve ortasından da bir un değirmenini çalıştırabilecek iki
dağ deresinin geçmesiydi. Arazinin Saint Öincent d'Asie adı
verilen kısmı ise, bakımlıydı. Burada Lazaristler oturuyor, çok
sayıda küçük ve büyük baş hayvan, kümes hayvanları, ev kuşları
besliyorlardı. Elverişli iklim sayesinde, bağ ve bahçecilik
işleri yapıyorlardı.
Kolonide başlangıçta, Prens Çartoriskî
tarafından kölelikten kurtarılan Rus Ordusu ve 1848 Macar
Ayaklanması kaçağı askerler ve subaylar yerleştiler.
Verimsiz ve işlenmemiş topraklan çıplak
elleriyle çalışarak, tarım yapılacak hale getirmek, kolonistler
için kolay olmadı. Bütün bu zorluklara rağmen Polonyalı
kolonistler kendilerine kucak açtığı için, Türkler'e
minnettardılar.
Koloni başkanlığına, Emanuel
Drohoyovski'nin (Emanuel Drohojovvskİ) ayrılmasıyla, istanbul
temsilciliği yöneticisi Çaykovski tarafından, aynı zamanda din
işlerine bakan Papaz Sadovski atandı.
Ondan sonraki koloni yöneticisi, Vinceti
Ravski (VVincenty Rawsky) idi.Koloni yöneticisi önceleri
lazarist rahiplerinin mülkü olan binada kalıyordu. Daha sonra
Çaykovski, ayrı bir yöneticilik binası inşa edilmesine karar
verdi. Fakat bu düşüncesini hemen gerçekleştiremedi, tarım alanı
olarak seçilen arazinin kullanılabilecek hale getirilmesi için
gece gündüz uğraşan, ayrıca kendi evlerini inşa etmeye çalışan
kolonistlerin, hemen hiç boş vakitleri yoktu. Ayrıca inşaat için
yeterli paranın da sağlanamaması, inşaatın temel safhasından
ileri gidememesine sebep oldu.
Uzun bir süre sonra, ancak 1846 yılı
Haziran'ında, inşaat tamamlanabildi ve "Polonya Evi" adı
verildi. Mihal Çaykovski, Polonyalı kolonistlerin bir ölçüde
vatan hasretini gidereceği ve aynı zamanda Türklere Polonya
kültürünü tanıtacağı düşüncesiyle, Prenses Çartoriski'den, ev
için mobilya ve Polonya konulu tablolar sağlamasını rica etti.
Çaykovski Kont Vladislav Zamoyski'nin
eşinden de, fransızca ve lehçe kitaplardan oluşan bir kütüphane
kurmasını istedi. Oldukça pahalıya mal olan yöneticilik binası,
iki yıl gibi kısa bir süre sonra, bakımsızlık nedeniyle onarım
gerektirecekti.
1842-1848 yılları arasındaki Adampol'de,
durum şöyleydi: 1842 yılında Lazarist rahiplerinden kiralanan
topraklarda koloni kurulmasından sonra, buraya isteyenler için
rahiplerin çiftliği, ilk sınanma ve eğitilme yeri haline
gelmişti. Aynı yılda 6 Polonyalıyla katolikliği kabul eden bir
sırp, davranışları ve çalışmalarıyla yararlı olacaklarını
kanıtlayarak, arazinin, Fransızlara "Sen Anton", Polonyalıların
Adampol dediği kısmına yerleştirildiler. Bu kısım, işlenmemiş
500 hertarlık toprağın, vahşi çalı ve dikenler kaplı bir
bölümüydü.
Lazarist rahipleri, başlangıçta Prens
Adam Çartoriski ile birlikte koloninin kurulması için bazı
masraflara katıldılar. Bir kişinin Fransa'dan getirilmesi,
aşağıdaki, aşağı-yukarı 800 piastr olarak hesaplanıyordu. Bu
miktarın içinde, getirilen kişiye gerekli olacak tarım âletleri,
hayvan ve tohum masrafları da bulunuyordu.
Osmanlı pazarlarından, satın alınıp
kölelikten kurtarılan Polonyalılar İse, daha ucuza maloluyordu.
Kolonistler tarafından işlenecek olan arazi parçasının
lazaristlerin topraklarından tamamen ayrılması
kararlaştırılmıştı. Ama kolonistlerin sayıları, ne de sonraki
anlaşmalarda sınırlandığı için, Bâb-ı Âli Hükümeti tarafından
şüphe uyandırmadan ve işgalci devletler tarafından fark edilip
sınır dışı edilme tehlikesi olmadan, koloniye çok sayıda asker
kaçağı kabul etmek mümkün oluyordu. Koloni, Polonyalıların
düşmanlarına karşı, güvenliklerini garanti eden bir nitelik
taşıyordu.
Prens Adam Çartoriski tarafından
lazarist rahiplerine verilen paranın geliri, özellikle çok
sayıda Asya'da bulunan Polonya halk gruplarına yardım amacına
dönük bir sermaye olarak görülüyordu.
20 Haziran 1842'de kolonide kanunlaşan
Yönetmelik'in 19. maddesinden üçü, koloni içinde güvenliği, dinî
ve ahlâkı davranışları denetlemeye yönelikti. Bunlara göre
kolonide yerleşmek isteyenlerin mutlaka katolik po-lonyalı veya
slav olmaları, ayrıca tavsiye mektubuna sahip bulunmaları
gerekiyordu. Çartoriski taralından kendilerine toprak alınan
polonyalılar, en kısa sürede evlerini inşa etmek için, sadece
kendi güçlerine güvenmek zorundaydılar.
Koloninin varlığının başlangıcında, 12
kişi, 5 çiftliğe paylaştırılmış durumdaydı. Bunların çoğu
Varşova, Kaliş, Zamose, Plock, Kamienice Podolski gibi, Polonya
topraklarından gelip, Rus ordusuna zorla alınan ve oradan kaçan
askerlerdi, işte böylece, çeşitli ama benzer yollardan gelip
Adampol'da buluşan bu 12 kişi, Boğazın Asya kıyısındaki Polonya
köyünün ilk kurucuları oldular.
Koloninin kurucularından kısa bir süre
sonra Mihal Çaykovski, kendi insiyatifini kullanarak, köyün,
fransız rahiplerinden bağımsız olmasını sağladı. Osmanlı
topraklarındaki Polonya kolonisi, parçalanmış Polonya Devleti ve
Polonya sınırları dışında kurulan, ilk köydü. Kolonide bulunan
polonyalılar, koloninin ve dolayısıyla kendilerinin, Fransız
Hükümeti'nin koruma ve gözetimi altında olduklarını çok iyi
biliyorlardı. Kendilerine osmanlı toprakları sınırları içinde
serbestçe hareket imkânı ve toplumda iyi bir statü sağlayan,
özel bir belge verildi. Bunun yanı sıra, koloni içinde durum,
maalesef, pek de iç açıcı değildi.
Zaman zaman koloniye gelen, güç
şartlardaki yaşam koşullarında ruh sağlığını yitirmiş asker
kaçakları, koloni içinde huzursuzluğa sebep oluyorlardı. Ayrıca lazarist rahipleriyle, koloni yönetimi arasındaki diyalog
yetersi-liği de, kolonistlere çeşitli zorluklar çıkarıyor,
sorunların çözülmesini uzatıyor ya da güçleştiriyordu. Lazarist
çiftliğinde çalışan işçi ve kolonistler, az yemek verildiğinden
ve işin ağırlığından şikâyet ediyorlardı, sadece yemek için
değil, yemek tabağı için bile birbirleriyle kavga ettikleri
zamanlar oluyordu.
Vahşi dikenli arazide çıplak ayaklarla,
paralanmış elbiselerle çalışıyorlardı. Olumsuz ve yetersiz
şartlar, sonunda, her iki taraf için güvensizlik ve sıkıntıya
sebep oluyordu.
Lazarist rahipler, Polonyalıların
kendilerine mutlak itaat etmelerini istiyorlar, bu da
kolonistlerin hoşuna gitmiyor, anlaşmazlıklar ve sürtüşmeler
Duyuyordu.
Kolonistlerin kendi evlerini inşa etmeye
başlamalarıyla, anlaşmazlıklar yatışmaya başladı. Başlangıçta
toprağın altına ev yapılması fikri düşünüldüyse de, ilk koloni
başkanı Emanuel Drohoyovski bu fikirden vaz geçti ve taştan
evlerin yapımına başladı.
1842 yılı Eylül'ünde, bütün olumsuz
şartlara rağmen AdampoPa yeni ko-lonistler gelmeye başladı.
Bazıları ise koloniyi terk etti.
1843 yılı Ocak ayında Adampol'de 19
polonyalı vardı. Bunlardan 17'si, tüm haklara sahiptiler, iki
tanesi ise lazarist çiftliğinde deneme safhasında
çalışıyorlardı. Toprağın vahşi çalı ve dikenlerden temizlenmesi
ve evlerin yapılmasından sonra, koloni bir köy görünümü almaya
başladı.
Kolonistler peynir ve tereyağ üretimine
başladılar, küçük bir sebze bahçesi yaptılar. Ürünlerinin büyük
bir kısmını kendileri tükettiler, geri kalanını İse Boğaz'da ve
İstanbul'da pazarladılar.
1845 yılı Şubat ayında Paris'te, Polonya
kolonisinin yok olmasından endişe duyuldu. Çünkü lazarist
rahipleri topraklarını "Miller" adlı bir kişiye kiralamışlardı.
Miller lazaristlerin topraklarında bulunan Polonya kolonisinin
gereksinimlerini hafife alıyordu. Çaykovski, Adampol'e art
toprakların, Çarto-riski ailesine veraset yoluyla geçmek üzere
4500 Fransız Frangına satın almayı, lazarist rahiplerine teklif
etti.
Lazarist rahipleri, Prens Çartoriski'nin
politik durumunun değişmesiyle, koloninin kaybolacağını öne
sürerek, teklifi kabul etmediler.
Başlangıçta kolonistler kendilerine
gösterilen her tür ağır işte çalıştılar. Mukavelelerinin
Paris'te mi, İstanbul'da mı, yapıldığıyla ilgilenmek, akıllarına
gelmedi. Hangi haklara sahip olduklarını bile ayrıntılarıyla
bilmiyorlardı. Daha sonra durumları biraz düzelince, koloni
topraklarındaki haklarını bilmek istediler. Aynı zamanda
toprağın kişiler arasında geçit olarak paylaştırılmasını
istediler.
1855 yılı 11 Eylülünde Polonyalı şair
Adam Mickieviç-Prens Adam Çarto-riski'nin ricasıyla, aralarında
yıllardır anlaşmazlık ve rekabet süren iki komutan, Mihal
Çaykovski ve General Vladislav Zomyski'yi uzlaştırmak için
Paris'ten İstanbul'a hareket etti. Mickieviç'in, Fransa'nın
Marsilya Limam'ndan istanbul'a deniz yolu ile seyahati on gün
sürdü. 16 Eylül'de Mickieviç'in içinde bulunduğu "Tabor" adlı
gemi, izmir Limam'na yanaştı. Mickieviç, İzmir yakınlarındaki
Kapucin rahiplerinin küçük mezarlığındaki Varşova Prenslik (Ksiestvvo
Warszawkie) ordusu Generali Mihal Ludvik Pac'in mezarını ziyaret
etti.
Orzechovskiye göre Türkiye Polonya'ya,
dış politikada kendisine zorluk çıkarmayacak bir şekilde, pasif
yardım yolunu tercih ediyordu. Bu tercih Or-zevchovskiye de,
Polonya Ordusu için gerekli olan askeri düzenlemeyi yapabilmesi
için tamamen rahat bir ortam sağlıyordu. Orzechovski, "L'Histoire
de L'Empire Ottoman" adlı kitabını Paris'te bastırdı.
1863 yılı Ocak ayında Türkiye'ye,
Polonya'daki Ocak Ayaklanmasından kaçan genç ve öğrenim görmüş
kişilerden oluşan yeni bir göçmen dalgası geldi. Osmanlı
Hükümeti, Adampol'e yerleşen bu gruptan kişilere çeşitli resmî
görevler teklif etti. Bu kişiler arasında Varşova-Viyana
demiryolu hattı yapımında çalışan mühendis ve teknik elemanlar
bulunuyordu. Kendilerine Balkanlardaki ilk tren yolu yapımında
görev verildi. Bunlar Asya'da ilk karayolunu ve köprüsünü inşa
ettiler.
Adampol hızla gelişiyordu. 1863 yılında
kolonide yüz Polonyalı aile bulunmaktaydı. Bunlar ikinci kuşak,
Polonya asıllı, türk vatandaşlarıydı.
Adampol'un geleceğini garanti altına
alan gelişme, lazaristlerte yapılan anlaşmanın bir paragrafı ile
sağlandı. Bu belgede, Adam Çartoriski'nin ve mirasçılarının,
ebedî kiracılar olduğu belirtiliyordu. Böylece, koloninin
gelecekteki varlığı garanti altına alınmış oluyordu.
Kolonistlerin her birine de ebedî kiracılık belgesi verilmesi
düşünüldü. Kolontstler daha önceki anlaşmada öngörülen yılda 6
gün ücretsiz mecburi çalışmayı sürdürdüler. Artık lazaristler
için değil, Adampol için çalışacaklardı. Ama arazinin hukuki
sahibi hâlâ lazaristlerdi. Hak sahibi kiracı ise, Prens
Çartoriski ve mirasçıları idi.
Koloni yönetimi, yeni gelenlere iş verme
ve ev yapmalarına yardımcı olmakla yükümlüydü, İstanbul Polonya
Temsilciliği'nde Mihal Çaykovski, Adampol topraklarının
lazaristlerden satın alınması konusunda Prens Çartoriski'ye
baskı yapıyordu.
Mihal Çaykovski, Osmanlı tarafıyla
konuşlalarında, koloninin Prens Çartoriski'nin malı olarak
Osmanlı himayesinde kalması isteğini belirtiyor. Buna karşılık
Osmanlı Hükümeti koloninin geleekteki gelişimi için her türlü
yardımı yapacağı garantisini verdi. Prens Çartoriski ise Adampol
topraklarını satın almaktan çekiniyordu. Çünkü toprakları satın
almasıyla, koloninin politika yapısı değişecek, fransız koruması
kalkacak ve dolayısıyla koto-ni, Rusya ve Avusturya'nın
saldırılarına açık hale gelecekti. Bu nedenle Prens Çartoriski, Mihal Çaykovski ve
Koscielski'nin koloniyi lazaristlerden ve dolayısıyla Fransa
himayesinden koparma girişimlerini desteklemedi.
1848 yılındaki Macar Ayaklaması'ndan
sonra Vidin ve Şumnu esir kamplarından birçok yeni göçmen, belli
bir süre için siyasi hayattan uzakta bir sığınak arayan insanlar
koloniye geldiler. Adampol'de kendilerini güvenlikte
hissettiler. Bunlar arasında General Jozef Bern'im yaveri
Binbaşı Francişek Michalovski, subaylar: Korsak, VVieruski ve
asteğmen Adolf Biskupski bulunmaktaydı. Bir kısmı koloniyi kısa
bir süre sonra terkettiler. Bir kısmı ise yerleşerek, bugüne
kadar devam eden aileleri meydana getirdiler. Biskupski'ler, Drozdovski'ler gibi.
Macar Savaşı'ndan sonra gelen göçmen
dalgası, ekonomik hayatta yeni bîr düzenleme gerektirdi. Sadece
tarımın değil, zenaatçiliğin de geliştirilmesi gereği ortaya
çıktı. Kolonide özellikle eksikliği hissedilen demirhane
kurularak, gerekli âletlerle donatıldı.
1848 yılından sonra gelenlerin büyük bir
kısmı, paradan çok, inşaat malzemesine ihtiyaç duydular.
Sultanın ormanından faydalanabilmek için, izin almaya
çalıştılar. Değişik politik görüşlere sahip olan yeni
göçmenlerin gelişi, kolonitsler arasında anlaşmazlığa yol açtı.
Çiftlik sınırlarındaki hayvan otlatımı sırasında sık-sık sınır
tartışmaları meydana geliyordu.
Kolonide hırsızlık olaylarında
yakalananlar, sorgusuz koloniden ihraç ediliyorlardı. Koloni
içindeki gergin durumlarda, duruma hakim olacak resmî bir kuvvet
gücüne ihtiyaç duyuluyordu. Koloni içinde böyle bir görevi kimse
üstlenmek istemeyince, Koscielski, Osmanlı Hükümeti'ne,
jandarmanın getirilmesini teklif etti. Ama Adampol'un iç
sorunlarını kendi içinde çözülmesine taraftar olan Çartoriski,
bu görüşe karşı çıktı.
Koloni içinde yeni bir olgu olarak,
Amerika'ya göç propagandası yapan kişilerin koloniden ihracı
yoluna gidildi. Doğal olarak böyle bir propaganda, Prens Adam
Çartoriski'nin koloninin geliştirilmesi politikasına ters
düşüyordu.
Adam Çartoriski, Polonya'daki özel kişi
ve derneklerden, asilzadelerden sağladığı para yardımlarıyla
Adampol'un ayakta kalması için çalışıyordu. Mihal Çaykovski
(Prens Çartoriski'nin o zamanki istanbul temsilcisi) ise,
İstanbullular arasında, Adampol'un harika bir av yeri olduğu
reklâmını yapmaya çalışıyordu. Böylelikle çok sayıda meraklı
Adampol'e gelmeye başladı. Köyün, istanbul'a yakın olması ve
Avrupa karakteri taşıması, ilgi çekmesinin başlıca nedenleri
arasındaydı. Bu ziyaretçiler arasında önemli kişiler de
bulunuyordu.
1847 yılında, istanbul'a konser vermek
için beraberinde fransız ve ingilizlerden oluşan orkestrasıyla
gelen Frans Liszt ve arkadaşları, koloninin güzelliğine ve
harika manzarasına hayran kalarak, Kont Vladislav Zamoys-ki'nin
anı defterine, bu güzelliği, hiçbir zaman unutmayacaklarını
yazdılar.
1850 yılı sonlarında tanınmış fransız
yazarı Gustav Flaubert, Mısır dönüşü, istanbul'dan Fransa'ya
geçerken Adampol'e uğradı. Bu ziyaretin anılarının izlerine,
yazarın "Madam Bovary" adlı romanında rastlamak mümkündür.
Drozdovskinin koloni yöneticiliği
sırasında, Polonya göçmenleri arasında ülkelerinin
bağımsızlığına kavuşarak yeniden kurulması umudu tekrar canlandı.
Bu sırada Batı ülkeleri ve Rusya Kırım
Savaşı'na hazırlanıyorlardı. Kendilerine asker sağlamayı ve aynı
zamanda Rusya'ya karşı politik bir koz olarak kullanmayı düşünen
Batılı ülkeler, Polonya konusuna dikkatlerini çevirdiler.
Prens Çartoriski Kırım Savaşı vesilesi
ile Polonya konusunu tekrar öne çıkarmaya çalışdı. Sonunda
Batılı Ülkeler hükümetleri, Çartoriski'ye Polonya konusunun
uluslararası bir toplantıda ele alınacağı vaadinde bulundular.
Ama sözlerinde durmadılar. Kırım Savaşı'ndan sonra Sadık Paşa ve
Kont Vladislav Zamoyski'nin grubundan 58 asker, Adampol'e
yerleşti. 18 Şubat 1866 ve 1867 yılındaki kanunla yabancılara
toprak alma ve yerleşme hakkı verildi.
Adampol'de zamanla siyasal zeminde
kavgalar da başladı. Prens Çartoriski taraftarı muhafazakârlar
ve demokratlar olmak üzere, iki grup ortaya çıkmıştı. Çartoriski,
Adampol'de yeni kabul edilen Türk Hukuk Sistemi örneğine göre,
bir meclis kurulmasını düşündü.
Daha önceleri haklarını savunmakta pasif
olan kolonistler, aktif hale geliyorlardı. Kolonice
düşüncelerini zorla kabul ettirmeye çalışan her yönetime karşı
tepki gösteriliyordu. Çalıştıkları toprakların tapusunu alarak
sahipliklerin belgelemek, kolonistler için en büyük problem
olmuştu. Prens, toprakların tümünü çok para tutması nedeniyle
satın almak istemedi. Toprakların kiralanmasını teklif etti.
Anlaşmazlık büyüyüp kavga boyutlarına varınca, Osmanlı
Hükümeti'nden anlaşmazlığı çözmesi için 5 jandarma gönderilmesi
istendi. Bu kadar, Drozdovski aleyhtarlarının, onun
temsilciliğinin olumsuz ve yetersiz olduğu görüşünü
kuvvetlendirdi. Prens'e ulaştırılan şikâyetler fazlalaştı.
Prens, bu durumdan hiç hoşnut değildi. Koloni içindeki
anlaşmazlığın bu derece büyüdüğünü tahmin etmiyordu.
1858 yılında kolonistlere sert bir
mektup yazdıysa da, pek etkili olamadı.
Demokrat grup, prensin de davranışlarını
eleştirerek, kendisini sorumsuz bir kişiyi koloni yöneticisi
yapmakla suçladılar,
Prens Çartoriski, sonraki mektubunda
Drozdovski'ye kolonideki idarî yapıyı değiştirerek Osmanlı
Hükümeti'ndeki köy yönetim sistemine benzetmek istediğini yazdı.
Buna göre Prens'in aracılığı bertaraf edilerek, nahiye
konseyi ve muhtar, lazarist rahiplerle,
kolonistler arasında aracılık yapacaktı. Yeni kanun, 1858 yılı
15 Ağustos'unda Prens tarafından imzalandı.
Yeni kanunda, köy sakinlerinin her
birinin, güvenlik ve düzeninin sağlanmasından sorumlu olacakları
maddesi bulunuyordu. Bu kanun, koloninin XIX. yy. sonuna kadar
kendi kendine yönetimi ve varlığının devamını sağladı. Bu kanun,
kolonide geçerli tek kanundu.
1858 yılında Albay Vladislav Jordan,
(1819-1891) koloni muhtarlığına getirildi. Sonra sırayla, papaz
Mihal Lavrinoviç ve Dr. Tadeu Okşa-Orzechovs-ki, 1864 yılında
muhtarlık görevinde bulundular. Dr. Tadeusz Okşa-Orzec-hovski
(1837-1902) savaşın sürdüğü Varşova'ya yardım sağlaması için Ro-muald
Traugutt'a (Polonya Millî Hükümeti'nin şefi 1818) tarafından
Türkiye'ye gönderilmiştir.
Prens Adam Çartoriski'nin 1861 yılında
Ölümü, koloninin Çartoriski ailesine ilgisini azalttı.
Çartoriski, sanki yakında öleceğini bilircesine koloninin
güvenliğini sağlayacak olan bu kanunu gerçekleştirmişti.
Kolonide bütün topraklar, mevcut
parseller gözönünde alınarak, kategorilere ayrıldı.
Gelecekte meydana gelebilecek tarla
sınır anlaşmazlıklarını önlemek için, topraklar kolonistler
arasında tam olarak paylaştırıldı. Herkes daha önceden sahip
olduğu toprakları korudu. Yeni gelecek olanlara verilmek üzere
ayrılan topraklar, Prensin temsilcisinin kontrolü altında
olacaktı. Ayrıca paylaştırılan toprakların arta kalan kısmı ise
Nahiye Konseyinin idaresi altında olacak, gerek duyulması
halinde ise, yeni gelecek olan kolonistlere verilecekti. Bir
kısım toprak parçası ise, yönetimi süresince Nahiye Muhtarının
kullanımına bırakılacaktı.
Koloni sakinleri, Osmanlı Hükümeti ve
nahiye konseyi tarafından kararlaştırılmış olan bir vergiyi her
yıl ödemek zorundaydılar. Her toprak parçası, göçmen tarafından
işlenmeye başlandıktan sonra 10 yıl süreyle lazaristlere kira
ödemekten muaf idi. Koloni'de nahiye konseyi ve muhtar seçimi,
çok önemliydi. Seçim her dört yılda bir yapılacaktı. Muhtar,
kanunları tam olarak uygulamakla yükümlüydü. Koloni'nin arşivi
ve tüm gelir gider faturaları, muhtarın sorumluluğundaydı.
Muhtar kolonide bulunmadığı zaman onun
görevini, nahiye konseyinin en yaşlı üyesi, ya da seçtiği bir
kişi yerine getirecekti. Nahiye konseyinin muhtarın
başkanlığındaki toplantıları, idare binasında yapılıyordu.
Kolonideki gerekli çalışmaların yerine getirilebilmesi için
muhtara bağlı olarak çalışan orman bekçisi ve çobana, maaştan
başka, bir ev küçük bir bahçe veriliyordu.
Bütün anlaşmazlık konuları nahiye
konseyinde çözülüyor, muhtarın başkanlığında ve çoğunluğun
kararı ile verilen ceza, para ve hapis cezası olabiliyordu. Ama nahiye konseyi
genellikle taraflara öğüt verer barıştırma yoluna gidiyordu.
Toprakların tümünü Adam Çartoriski'nin
ailesinin zilyetliği olarak te> eden kolonistlere ise ancak ömür
boyu kiralama hakkı tanıyan kanun, işi dikleri toprakların
mülkiyet hakkını bekleyen kolonistler arasında hoşnı suzluğa yol
açtı. Bu kanun, gelecekte kolonistlere birçok problem çıkan
Fakat koloninin kültürel kimliğinin devamına da yardımcı oldu.
Kanun, kol nide idarî düzeni sağlıyor ve varlığını garanti
altına alıyordu.
Koloni, kuruluşundan yirmi yıl sonra
lazaristlerden hemen-hemen tam men bağımsız hâle gelmişti.
Yavaş-yavaş hiçbir dış yardıma gerek duym yan, bağımsız bir köy
haline geliyordu. Ama kolonistler arasında mülk ka galan hâlâ
devam ediyordu.
1863 yılında Polonya'da, Ocak
Ayaklanması meydana geldi, Osmar topraklarında bulunan göçmenler
arasında anavatanlarının bağımsızliı için savaşma arzusu uyandı.
Adampbllu bir göçmenin hatıralarına göre, sıralarda göçmenlerin
hepsi çağırıldıkları an gitmek üzere hazırdılar. O: manii
Hükümeti'nde ise 1831 Ekim Ayaklanması'nda olduğu gibi Polor
ya'daki Ocak Ayaklamasında Çar'a duyulan geleneksel antipati
nedeniylf Polonya'ya karşı sempati uyandı. Polonya Millî Hükümet
üyelerinden D Tadeuz Okşa-Orzechovski, Prens Çartoriski'nin
isteğiyle İstanbul'a gele Orzechovski, göçmenlerin sorunlarını
iyi bildiği için istanbul'da kendini y; bancı hissetmiyordu.
1863 yılı Temmuz ayında Polonya'da
ayaklanma bastırıldı, ve Mil Hükümet üyeleri Varşova'da idam
edildi. Orzechovski'nin İstanbul'da! görevi de böylece sona
eriyordu.
Prens Adam Çartoriski'nin ölümünden
sonra, oğlu Vladislav Çartorist (Wladyslaw Czartoryski
1828-1894), Adampol topraklarının kanunî kiracıs oldu.
1864 yılında politik yoldan savaşı
kazanmayı hesap eden Vladislav Çaı toriski, Batı Avrupa
Ülkeleri'nin kendisi yalnız bırakmaları yüzünden geri çe kilmek
zorunda kalıyordu. Polonya konusuna, dünya kamuoyunun ilgisin
çekme çabaları bir kez daha başa çıkıyordu.
Göçmenler taprağa bağlandılar, sabırla
ve inatla çalışarak, sonsuza ka dar oturma hakkına sahip
kılındıkları toprakları iyice benimsediler. Artık bı topraklar
-anayurtlarına bağımsızlık hiç geri gelmese bile- onlar için
ikinci bi anavatan olmuştu.
Yeni nahiye konseyi seçiminden sonra
konsey ilk defa Prens Vladisla Çartoriski'nin onayını
beklemeden, Adampol topraklarının tümünün laza ristlerden satın
alınması ve kolonistler arasında paylaştırılması yolunda ka rar
aldı. Konu Osmanlı idarecileri ile kolonistler arasında
halledilecekti, 1864 yılında lazaristler, 1842 yılında
yapılan paylaştırma sırasında kendilerine ait bir kısım
toprakların Adampol'e dahil edilmiş olduğu yolunda şikâyetlerini
öne sürdüler. Lazaristler bu konuyu gündeme getirmek için,
Adampol'un sahipsiz olduğu düşündükleri bir zamanı seçmişlerdi.
Daha sonra, ölen babasının yerine
koloninin sorumluluğunu üstlenen, Çartoriski'nin oğlu Vladislav
Çartoriski, lazaristlerle anlaşarak konuyu çözüme kavuşturdu.
Ebedî kiracılık hakkının geçersiz kılınması Prens'i rahatsız
etmiyordu; koloninin geleceğini tehlike altında bırakıyordu.
Prens, koloninin varlığının sürebilmesi için iki yol olduğunu
düşünüyordu: Toprakların, lazaristlerden tamamen
satın alınarak Adampol'un bağımsız hale gelmesi veya
fazaristlerle anlaşmanın yenilerek, ebedî kiracılık hakkının
devam etmesi. 1870 yılında Paris'te Prens Vladislav
Çartoriski, lazarist rahiplerin başkanıyla, yeni bir anlaşma
imzaladı. Yeni anlaşmaya göre lazaristler, 10 bin frank
karşılığında, Adampol topraklarını satmayı kabul ediyorlardı.
Ödeme bir veya iki defada yapılacaktı.
Mukavele daha önceki tüm anlaşmaları
geçersiz kılıyor; Adampol sınırlarının, lazarist topraklarından
tam olarak ayrılmasını öngörüyordu.
Ama konu henüz çözümden çok uzaktı.
Lazaristler anlaşmaya sadık kalmayarak fiatı yükselttiler. Çözüm
zorlaştıran bir diğer etken ise, Osmanlı Hükümeti'nce anlaşmanın
tasdikini sağlayacak olan avukat Dufourt Bey'in 1875 yılında
ölmesi oldu.
Bu arada Türkiye ile Rusya arasında
çıkması muhtemel olan savaş, yeni bir zorluk ortaya çıkarıyordu.
Gergin iç durum, lazaristlerle, Paris'teki Çartoriski arasındaki
haberleşmeyi olumsuz yönde etkiliyordu. Koloni'den yollanan
hiçbir mektup eline geçmediği için Çartoriski, koloninin
varlığından endişe duymaya başlamıştı.
Nihayet 1880 yılında Prens, Adampol
topraklarının lazaristlerden satın alındığını belgeleyen mektubu
aldı.
1881 yılında Osmanlı Hükümeti, alım
işlemini resmen tanıdı. 1882 yılında koloni toprakları, Osmanlı
Hükümeti tarafından imzalanan j tapuyla, Çartoriski'ye satışı
belgeleniyordu. Fakat bu kez de tercüme hatası l yüzünden bir
anlaşmazlık ortaya çıktıysa da, 1883 yılında düzeltilerek kabul edildi.
Prens Çartoriski, koloniyi yok olmaktan
kurtarmak için araziyi lazaristlerden satın almıştı. Bunu maddî
kâr sağlamak amacı ile değil, kolonistlerin /toprakların sahibi
olmaları için yapmıştı. Bu ideal, ona hayatı boyunca eşlik
etmişti.
Adampol topraklarının, bir polonyalı
tarafından satın alınmasından sonra, köy, dünyada Polonyalıların oturduğu
ve yabancı yönetimin karışmadığı, tek yer oluyordu. Kolonistlerin inatçılığı ve Adampol'de
kalmak için direnmeleri, lazarist rahiplerinin kendi
topraklarından da çekilmelerine sebep oldu.
Kolonide, daha önce kararlaştırılan
kurallar geçerli oldu. Kolonisîler toprakların kullanım hakkına
sahip olduklarını kanıtlayan belgeyi uzun bir süre daha,
alamadılar. Prens Vladislav Çartoriski, Adampol'un
parçalanmaması için çok güç sarfetti. Onun sayesinde Adampol
bugüne kadar Polonya Kolonisi olarak süre gelmiştir. Koloninin
Osmanlı Hükümeti'nden bağımsız idaresi ve ekonomisi, koloninin
durumunu zorlaşîırıyordu. Osmanlı Hükümeti 1858 yılından sonra
koloninin varlığına ve sorunlarına ilgisiz kaldı.
1883 yılında Prens Vladislav Çartoriski,
Adampol'u satın aldığı zaman, Fransız Büyük Elçiliği'ntn,
koloniyi korumaya devam edeceğini düşünüyordu. Yeni Osmanlı hukuku ise, yabancıların
taşınmaz mülklerinin Osmanlı kanunlarına bağlf olacağını kabul
ediyordu.
1885 yılında kolonistlerin bir kısmı,
mülklerinin geleceğinden emin olmadıkları için, Sultanın
uyruğunda, vatandaşlığı kabul ederek, Osmanlı Hükümeti vilâyet
idaresinden, sahiplik unvanını aldılar. Kolonistlerin
aralarındaki bölünmeler devam etti. Osmanlı Hükümeti memurları, vergi
toplamak için (ödeneceğinden şüpheli olmalarına rağmen),
koloniye geldiler.
Kolonistler arasında, verginin kimin
adına ödeneceği konusundaki tartışmalar, kavgaya dönüştü. Bir
kısmı hâlâ fransızların korunması altında idi. Diğerleri buna
karşı idiler. Bir kısmı kendi adlarına, diğer kısmı idarenin
aracılığıyla Çartoriski adına Osmanlı Hükümeti'ne vergi ödemek
istediler.
1860 yılında, Adampol köyünün
ortasından, karşılarda engin bir tarla manzarası olan geniş bir
yol geçiyordu.
Sonbahar yağmurları sırasında, çamur ve
balçık nedeniyle yoldan geçmek zor oluyordu. Daha sonra köyden
geçen bu yol düzeltildi. Ormanın yanına yeni bir yol yapıldı.
Yolun iki tarafında, kolonistlerin evleri ve ahırları
bulunuyordu.
Evlerin damları Polonya'da olduğu gibi
saman değil, hasırla Kaplıydı.
Evler genel olarak ahıra bitişik olarak,
nadiren de samanlığa bitişik olarak yapılıyordu. Her evin
etrafında ahşap parmaklıklı kendi bahçesi bulunuyordu.
Bahçelerde şeftali, üzüm, İncir yetiştiriliyordu. At, inek, keçi
besleniyordu. Verimli yıllarda süt ürünleri, peynir ve tereyağ
istanbul'da satılıyordu.
Kolonide, en çok tahıl ve patates
üretimi yapılıyordu. 1861 yılı verimsiz bir yıl oldu. Kolonide,
açlık baş gösterdi.
Kolonideki evler, iyi durumda değildi.
Özellikle yönetim binası, çok kötü bir durumda idi. Hasır dam
tamamen çürümüş, yağmurdan ve soğuktan korumuyordu; duvarlar da
çürümeğe başlamıştı. Çiftlik binaları da benzer durumdaydı.
Prens Vladislav Çartoriski, koloninin bakımlı olmasını, kendi
Varlığını hatırlatması açısından özellikle istiyordu. Ama koloni
bir cennet olmadığı gibi, koloni sakinleri de birer melek
değildiler. Kolonistler arasında kıskançlıklar, dedikodu ve
nefret de bulunuyordu.
Bütün bu olaylar türklerin Polonya
kolonisine ilgisini çekiyordu. Koloninin gelişme hızını arttıran bir
olgu, yeni kişilerin gelişiydi. Yeni gelen polonyalılar
sayesinde koloninin gelişmesi devam ediyordu.
XIX. yüzyıl sonunda kolonide, halkın
durumu dengelenmeye başladı. Gelenlerin bir kısmı için Adampo!
artık başlangıçtaki ilginçliğini yitirmişti. 6u nedenle,
özellikle yalnız kişiler için, Adampol'deki yaşamlarını
sürdürmek aile kurmalarına bağlı kalmıştı. Polonya kültürünün devamını
sağlayacakları düşünülerek, kolonideki bekârlarla evlendirilmek
üzere, Polonya'dan genç kız gönderilmesi için Paris'e ricada
bulunuldu.
Bu konu ile Contesse Yadviga Zamoyska
(General Vladislav Zamoys-ki'nin eşi), ilgilendi. Poznan
yakınındaki Komikten Mihaline, Marta ve Kata-jina (Michalina,
Marta ve Katarzyni) adlı üç kız geldi. Geldikleri yıl üç nikâh
kıyılarak, 3 kolonistin eşi oldular.
Yeni kurulan, Türkiye Cumhuriyet
Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk'ün, koloniyi ziyareti koloni
sakinleri için, büyük bir olay oldu. Basın bu ziyarete yer
vererek, köyün mamur durumunun ve köylülerin çalışkanlığının
Atatürk tarafından beğenildiğini belirtti. Koloni Türkiye'de, iç
barışa yönelik azınlık bir grup olması nedeniyle de Atatürk'ün
sevgisini kazanmıştı.
1953 yılında koloniyi Başpiskopos
Gavlina ziyaret etti. Daha sonra Vatikan temsilcisi, Angelo
Giuseppe Roncalli (sonraki Papa XXIII. Jan) köye ziyaretlerde
bulundu.
Prens Çartoriski'nin asıl amacı,
polonyalı göçmenlerin ve esirlikten kurtarılanların koloni
kurularak yerleştirilmesiydi. Prensin hesaplarına göre, Polonya
bağımsızlığına kavuşana kadar, istanbul'daki Polonya
Temsilciliği, anavatanından uzaktaki polonyalıîarm, kolonide
barınmalarını ve güvenliklerini sağlayacaktı. Bu açıdan politik
amaca ulaşılmıştı. Ama kolonisîler köye geçici bir barınak
gözüyle bakmadılar, işledikleri topraklara bağlılıkları
çokfazlayldı. Gittikçe, yerleştikleri ve çalıştıkları bu
toprakları iyice benimseyerek, kendi istekleriyle terketmeyi
asla düşünmediler.
Köy'ün, Polonya karakterinin korunması
için en önemli unsur, kolonide doğup yetişen, yeni kuşak
çocukların eğitim ve öğretimi idi. Öğretim ana babalar
tarafından evlerde veriliyordu. Öğretenlerin kendilerinin ancak
okuma yazma bilecek derecede olmaları, çocuklar için yeterli
olmuyordu.
Adampol'da, Polonya dilinin devamının
sağlanmasında esas unsur, kilisenin etkisi idi. Din dersleri,
genellikle bütün âyinler ve törenler, Polonya dilinde oluyordu.
Dinî eğitim, gelip giden polonyalı papazların elinde idi.
1893 yılında kilise, papaz evi, ve okul
inşaatı konusu yeniden ortaya çıktı. Eski küçük kilise zelzeleden sonra
tamamen yıkıntı haline gelmişti. Adampol'lular yeni kilise için
para topladılar. Adampol'u ziyaret eden misafirler de bu amaçla
bağışta bulundular. 1910 yılında Kontes Helena Zborovvski
Polonya'ya döndükten sonra kilise ve papaz evi inşaatı için para
toplanmasını sağlamaya çalıştı. İstanbul'dan da papazlar
geliyordu.
1912 senesinde kilisenin inşaatına
başlandı. O zamanki baş papaz, Aleksi Şiara idi. Kilisenin
projesini Polonya'da oturan mimar N. Slivvinski çizdi. Kilise
papaz eviyle birlikte 1914 yılında bitti.
Birinci Dünya Savaşı'nda Türk Ordusu,
kiliseyi karargâh olarak kullandı. 1918 yılında Adampol'lular binayı
yenilediler. Papaz evi aynı zamanda okul olarak kullanıldı. Çocukların ilkokul seviyesindeki
öğretimi ve kolonistlerin dinî himayesini sağlamak için, bütün
olanaklar kulanıldı. Polonya dilinin korunması ve günlük
kullanımında düzeltilmesi, her şeyden önce anavatanla bağların
koparılmaması için gerekliydi. Kolonistlerin bütün gayretleri,
koloninin dışarıdan gelecek bütün yabancı etkilere kapalı
olmasını sağlama yolundaydı. Kolonistler, toprağa kendi
mallarıymış gibi baktılar; mümkün olduğu kadar fazla üretici
olmaya çalıştılar.
1894 yılında Prens Vladislav
Çartoriski'nin ölümüyle, koloninin kanunî hakları konusu iyice
karıştı. Prens Vladislav Çartoriski fransız
vatandaşı idi, varisi küçük oğlu Adam ise, Avusturya uyrukluydu. Bu konuyu göz önüne alan Fransız
Büyükelçiliği, Adampol'un hamiliğinden vazgeçti.
O zamanlar, Avusturya'nın istanbul
Konsolosu, Polonya asıllı Starzynski idi. Adampol'la resmî
olmayarak ilgilenen Kruszevvski (A. Rotter-Eger) Starzynski'ye
Adampol'la ilgilenmesi için ricada bulundu. Prens Viadislav'ın
oğlu Adam da, Avusturya vatandaşı olması nedeniyle Starzynski'de
n ricada bulundu. Her türlü korumadan mahrum olan kolonistler de
Avusturya Büyükelçiliğime kendilerini himayesine alması için
başvurdular.
1904 yılında, Avusturya
Konsotosluğu'ndan gelen memurlar, durumu yerinde görüp, sadece
Prens Adam'a ait topraklara Osmanlı Hükümeti tarafından el
konulmasına karşı çıkabileceklerini, ama Osmanlı vatandaşlığını
kabul eden kişilerin toprakları için hiçbir şey yapamıyacaklannı
bildirdi-ler.Osmanlı yönetimi ise, kolonistlerin kendi vatandaşı
olduğu konusunda ısrar etmedi ve topraklara el koyma girişiminde
bulunmadı.
Genç Türk devrimi (1908) Adampol'un
temsilini zorlaştırdı. Yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti ise,
Osmanlı Hükümeti'ne son verirken, Adampol sakinlerinin bütün
sorunlarına da çözüm getirdi. 1908'in Genç Türkler1! devrimi
gerçekleştirdikten hemen sonra Polonyalılara olan sempatilerini
belirttiler ve bir zamanlar polonyah şair Adam Mickieviç'in
oturduğu, istanbul'da Beyoğlu'nda Tatlı Badem Sokağı'ndaki eve,
şairin anısına bir levha astılar.
Günümüzde bu ev Mickieviç Müzesi olarak
korunmaktadır. II. Dünya Savaşı sırasında 1940 yılı
Haziran'mda Fransa'nın düşmesinden sonra Paris'te bulunan
polonyalı genç subaylar, orduda kendilerine "Genç Türkler", adı
altında gizli bir hareket yürüttüler. "Genç Türkler", Paris'te
birkaç kişiydiler, İngiltere'de (1940-1944) daha fazla sayıda
bulunuyorlardı.
İstiklâl Savaşı'ndan sonra, karşılıklı
anlaşmalar gereğince, yunan asıllı halk Türkiye'yi terk edecek,
Yunanistan'daki türkler, Türkiye'ye gelecekti. Böylece, Polonya kolonisine komşu olan
Yunan köyü boşaldı.
Birinci Dünya Savaşı sırasında eşkiya
çeteleri, Adampol köyünün korku kaynağı olmuştu. 1926 yılında Adampol'a eşkiyalar
tarafından baskın yapıldı. Kofonistlerin / uyanıklılığı aynı
zamanda ve Türk Jandarması'nın zamanında ve kararlı hareket
etmesiyle baskın, zararsız atlatıldı. Savaş yangınlarından sonra evler harap
oldu, ekonomik kayıp çok büyüktü. Koloni, tarım kolonisi karakterini
koruyor: arpa, buğday, mısır yetiştiriliyordu. Aynı zamanda
avcılık uğraşı, Adampol'a iyi gelir sağlıyordu. Vahşi ve evcil domuz derisinden yapılan
eşyalar, İstanbul'da satılıyordu.
XIX. yüzyılda, büyükbaş hayvan
yetiştirilmesi önem kazanmıştı, ama yeterli miktarda çayır ve
otlak bulunmadığı için, büyükbaş hayvancılıktan vaz geçilerek,
kümes hayvanları ve süt ürünleri üretimine geçildi.
XIX. yy.'da pansiyonculuk, Adampol'da
yeni ve önemli bir gelir kaynağı olmaya başlamıştı. Tam ve yarım
pansiyon olmak üzere, misafirlere odalar kiralanmaya başlandı. Ayrıca, yakacak odun ve odun kömürü
satışından da gelir sağlanıyordu.
1918 yılında Polonya Devleti kuruldu.
Polonya ile Türkiye arasında uzun yıllardan beri süre gelen
dostluk, 1923 yılında da geçerliydi ve köyün güvenliğini
sağladı. 1926 yılındaki kanunla, yabancıların çiftlik ve
köylerde mütk almaları ve yerleşmeleri yasaklanıyordu.
Türkiye'de, türk vatandaşlığını kabul
eden polonyalılar, Polonya vatandışlığını kaybediyorlardı. Polonya Konsolosluğunda,
adampollular,
türk vatandaşlığına geçmelerinin engellenmesinin sun'î olduğu
düşünülerek bu girişimden vazgeçildi. Polonya Dışişleri
Bakanlığı ikinci harpten evvel Türkiye'de oturan polonyalı
göçmenlerin türk vatandaşlığına geçmelerini onayladığını,
İstanbul'daki Polonya Konsolosluğu'na bildirdi. Böylelikle Polonya yönetimi de, Türkiye
Cumhuriyeti'nin bu kararı onaylıyordu.
İkinci dünya Savaşı'nın çıkmasıyla
Türkiye'de meydana gelen ekonomik kriz, tabiî Adampol'u da
etkiledi. II. Savaştan sonra, yeni kuşak
Adampollular için genel refahın gelişmesi ile birlikte, köy,
özellikle gençlere yetersiz gelmeye başlamıştı.Bu nedenle başka
yerlerde şanslarını denemek için, atalarının geleneklerini
sürdürerek, göç etmeye başladılar. Adampol'da nüfus artışına
karşılık toprağın yetersiz kalması nedeniyle, köy nüfusunun
büyük kısmı göç etmeye başladı. Göç edenlerin yerine, türkler
gelmeye ve yerleşmeye koyuldu. 1975 yılında Adampol'da, on türk
çiftliği bulunuyordu.
Çartoriski'nin evlâtlarının haklarından
feragat etmelerinden sonra, kolo-nistler topraklarının tapusunu
aldılar. Daha sonra topraklan satarak, meslek edinmek ve eğitim
görmek için, İstanbul içine göç etmeye başladılar. Bir kısmı ise
Amerika'ya, Batı Almanya'ya, Avustralya'ya göç ettiler.
Özetle söylenecek olursa, Adampol,
politik çalışmaları açısından düşmanlarından saklanmak zorunda
kalan, anavatanlarının parçalandığını kabul etmeyen ve işgal
altında yaşamak istemeyen polonyahlar için, Osmanlı Devleti'nde
bir sığınak olmuştu.
Tatarların bir zamanlar Eski Polonya'ya
sığınmalarında olduğu gibi çeşitli nedenlerle polonyalı
göçmenler de Osmanlı Devleti'ne sığındılar.
Daha önce söylediğimiz gibi ilk
adampollular Rus Ordusu'na zorla alınan asker kaçaklarıydı. Köle
olarak satılmaları işkencelerinin devamıydı. Kölelikten satın
alındıktan sonra Adampol'a sığındılar. Başlangıçta onlar için
çok iyi bir yer değildi. Ama daha sonra kolonistler, zorluklan
hatırlamak istemediler. En çok kolonide kısa süre kalan kişiler
tarafından koloni hakkında çok sayıda efsane anlatıldı. Onlara
koloni, zengin, sakin ve düzenli, küçük bir Polonya gibi
geliyordu. Koloninin görünüşü, Polonya'daki tipik bir Karpat
köyünü hatırlatıyordu. Aynı zamanda doğanın görünüşü ve dağın
eteklerindeki orman ve göz alabildiğine uzanan yeşillikler de,
Karpat dağının eteklerini hatırlatıyordu.
Polonezköyü sakinleri Polonya asıllı
olduklarını unutmuyorlardı ama, , Türkiye'ye ve her günkü
yaşantılarına öylesine bağlanmışlardı ki, Polonya onlar için
artık uzak bir hayal olmuştu. Ve koloni gerçekten, 150 yıllık varlığı
ile küçük Polonya izlenimini uyandırıyordu. Yumuşak bir yokuşla
geçilen sık ormanlık, evlerin kapısında asılı olan dinî sözcüklü
levhalar, bir tepedeki Polonya mezarlığı, kilise, çan kulesi,
her şey, Polonya'yı hatırlatıyordu. Kullanılan Polonya dili,
eski idi. Çünkü anne ve babalarının zamanındaki şekliyle
kalmıştı.
Türkiye'de 1950-1960 yıllarında sanayide
kaydedilen büyük gelişme ile, Polonya köyü ile ekonomik
ilişkiler fazlalaştı. O zamana kadar sadece bir kaç çeşit ürün
istanbul'da satılıyordu. Sonra koloninin ekonomik karakteri
değişerek, tarım karakteri, yerini turistik fonksiyona bıraktı.
Bu değişiklik, istanbullular İçin çok çekici oldu. Adampolluları
ise daha konforlu hayat şartları sağlamaya zorladı. Bazıları
sırf gelecek konuklar için olmak üzere, yeni evler yapıldı.
Polonya karakterinin korunmasında
Polonya dilinin canlılığını koruması, kolonide en önemli
unsurdu. Başlangıçta kolonistler yalnız lehçe dilinde
konuştular, yeni nesil çok iyi türkçe konuşuyordu. Şimdi
İstanbul okullarında öğretilen bir kaç yabancı dili
kullanıyorlardı. Kolonideki Polonya kültürünün korunması,
günlük hayatta Polonya tipi yaşam tarzının sürdürülmesi, millî ve
dînî bayramların yıldönümlerinin kutlanmasıyla sağlandı.
Bazıları ise koloninin Polonya
karakterinin korunmasını, asıl tarım yapısına bağlıyorlar.
Bilindiği gibi Polonyalıların hemen hepsi tarlada çalışıyorlardı
ve Polonya bir tarım ülkesiydi. "Polska" (Polonya) adı bile,
poiestarla veya tarımdan gelmektedir. Adampollulara mülkiyet hakkının
tanınmasından sonra koloninin sırf Polonya karakteri kaybolmaya
başlamıştır, denilebilir.
Çünkü mülkiyet hakkını elde edince, kimi
aileler topraklarını satıp gitmeye başladılar. Kalanlar da türk
nüfus ile kaynaştılar. Adampol, Türkiye'de, tıpkı tatar
halkının Polonya'daki durumu gibi, egzotik küçük bir halk ve
ayrı bir dînî grup idi. Tatarlar eski Polonya'nın doğusunda
yaşadılar. Onların da kaynaşmalarını önleyen en önemli unsur,
din idi. Adampol kolonistleri kendi topluluklarında yaşayan türk
vatandaşları idiler. XVI. yüzyılının yarısında Polonya'da
oturan tatarlar 7000'i aşıyordu; XVII. yüzyılda 9000 kişiye
ulaşmıştı. Polonezköyü'nde ise en kalabalık olduğu
zaman bile ancak 250 polonyalı kolonist vardı. Buna karşılık XIX.
yüzyılda Türkiye'de seyahat eden veya kısa bir süre için oturan
Polonyalıların sayısı ise, çok daha fazla idi.
Son olarak şunu söylemek mümkün:
Polonezköyü-Adampol, bir çeşit skansen-müze, daha da fazlası
canlı bir müze gibi, Polonya tarihini yansıttığı için,
Polonyalılara da oldukça ilginç ve sempatik gelmiştir. Bugün
hâlâ "Polonezköyü" adı, her polonyalının kulağını okşamakta,
görme isteği uyandırmaktadır.
İstanbul sınırları içinde ise bambaşka
bir atmosfere sahip olan bu köy, her zaman bir dostluk ve sevgi
hâlesi içinde yer almış, sık sık ziyaret edilmiş ve gönülden
benimsenmiştir.
1850'ler-1959'lar arasında 100 yıl
aşağı-yukarı aynı bir karakter içinde kalan Köy, 1960'laM980'ler
arasında, iki gelişmenin içine girdi: Yeni kuşaklar, çoğu iyi
bir öğrenim yapmış olarak, Köyden ayrıldı, ya İstanbul'a
yerleşti, ya da yurt dışına dağıldı, ikinci değişiklik olarak,
burada bazı varlıklı kişiler modern üslûpta villalacyaptırdılar.
Bu modernizm, tarihî havayı olumsuz etkiledi. Fakat peyzaj,
kökten değişmiş olmadı.
1989 yılı, Köyün 100 yıllık tarihinde
yepyeni bir çığırın ilk işaretlerini verdi: Yeni 2. Boğaziçi
Köprüsü'nün, bu yakaya gelişleri çok kolaylaştırması. Artık
Taksimden, sadece 1/2 saatte, otomobille Polonez'e ulaşabiliyor.
Bu imkân, yerleşim ve yapılaşma kapılarını ardına kadar açınca,
spekülatörler, ve yatırımcılar kasalarını açmaya ve mimarî
büroları da, projelerini masalara yaymaya başladılar.
Bu tazyik karşısında, Beykoz'un yeni
Belediyesi, önlemler hazırlamak gereğini duydu. Başkan Avukat
Şevket Arıkan ve İmar Planlama Müdiresi Emel Alper, detaylı,
yani 1/1000 ölçekli bir imar uygulama plânı hazırlıklarına
başlarken, 22/7/1989 tarihinde, Köyde bir açık toplantı da
düzenlediler.
Bu bölümde, bu ilginç ve tarihî günden,
özetler veriyoruz. Toplantıda Köy Muhtarı Frederick Novicki,
Köyün eski halkı olarak, 3-4 dönümün altında parsel oluşmasına
taraftar olmadıklarını, inşaatların ev-villâ ölçeğinde kalmasını
arzu ettiklerini ve 3-4 dönümün altındaki parsellerde inşaat
istemediklerini belirtti ve Köyün su, ve kanalizasyon olmak
üzere, başlıca 2 büyük derdine çâre bulunmasını istedi.
Bazı konuşmacılar, çevrede gecekondu
oluşmasının ve kanunsuz yerleşmelerin durdurulması gereğini
belirtti. Bir-iki mimar da, yeni ihtiyaçların üzerinde durdu ve
villâ yapımının bir gereksinim olduğunu bildirdi.
Aşağıda, bu konuşmalardan 3'ünün özetini
veriyoruz. Başkan'ın, İmar Planlama Müdürünün ve Çelik
Gülersoy'un.
Gelişmelerin Polonezköyüne ne
getireceğini, zaman gösterecek. Köyün karakterlerinin sürmesini
isteyen bu 3 konuşmacı mı, yoksa Levent tipi mahalle
yerleşimlerini hazırlatanlar mı, galip gelecek? Onu, sosyal ve
ekonomik şartlar ile, ülkenin, ve şehrin doğrultusu
belirleyecek.
Ama kitabımızın bu bölümü, Köyün 100
yıllık geçmişi içinde yaşanan kritik bir yılın tarihini yazmaya
yarayacak bir belge niteliğindedir. 22.7.1989 Cumartesi günü,
Polonezköyü ilkokulunun bahçesinde, Beykoz Belediyesi ve
Mimarlar Odası İstanbul Şubesi işbirliği ile, bir toplantı
düzenlendi.
Toplantıya Beykoz Belediyesi Başkanı, ve
imar Planlama Müdürü, Mimarlar Odası Başkanı Yücel Gürsel, Büyük
Şehir Belediyesi Başkan Danışmanı Mahmut Erdem, Çelik Gülersoy,
istanbul Turizm Müdürlüğü, Türkiye Çevre Koruma ve Yeşillendirme
Derneği, Doğal Hayatı Koruma Derneği, Yeşiller Partisi
temsilcileri ile Polonezköyü ve çevre köyleri muhtarları ve
Polonezköylüler katıldı.
Toplatırım açış konuşmasını Beykoz
Belediye Başkanı Şevket Arıkan yaptı:
"Beykoz'un, Türkiye'nin en büyük
metropolü olan istanbul'un akciğeri olması nedeni ile,
metropolde yaşayan tüm insanların, Beykoz'daki bir dala, bir
yaprağa, bir ağaca ihtiyacı olduğu bilincindeyiz. Bugün
Beykoz'un 21.500 hektar alanlı "mücavir alanının" büyük bölümü,
ormanla kaplıdır. Beykoz'un ulaşım yönünden Anadolu yakasının uç
noktasında olması, doğal özellik ve güzelliklerinin uzun
korunabilmesini sağlarken, bölgenin sosyo-ekonomik yapısı da,
aynı ölçüde geri kalmıştır. Bugün 2. Boğaz geçişi, Beykoz
ilçesinin kırsal kesimine istanbul bütünü içinde yepyeni bir
konum kazandırırken, planlama sürecindeki gecikmeler, bu
kazancın bölge yararına kullanılmasını engellemektedir. Bunun
bilincinde ofmamız nedeni iledir ki, 2. Boğaz geçişinin Beykoz'a
kazandırdığının, belli ellere ve spekülatörlere, kaymasını
önlemeye çalışacağız. Bizim şeffaf belediyecilik anlayışımız,
yönetimin her aşamasında olduğu gibi, planlama uygulama ve
denetim aşamalarında da, bölge halkının açık katılımını
sağlamak, düşünce ve görüşlerini almak, uzmanlarca yapılan
çalışma ve alınan kararları her aşamada bölge halkının bilgisine
sunmak doğrultusundadır. Beykoz Belediyesi olarak, bunda
kararlıyız. Masa başında, yasaların bize verdiği yetkileri,
sizin bilginiz dışında kullanmayacağız. Bugün buraya heyet
halinde geldik. Bize dileklerinizi bildirin. Plan hazırlıyoruz,
imar plânında bu dileklere uyalım. Biz bu doğa harikası
ormanlarımızı, yeşilimizi, yaprağımızı, bundan yararlanan tüm
istanbul halkının desteği olmadıkça, koruyamayız. O nedenle,
Beykoz'un mücavir alanının korunmasında, tüm İstanbul'un
desteğini istiyorum."
Beykoz Belediyesi İmar ve Planlama
Müdürü Emel Alper, Beykoz Belediyesi mücavir alanı ve
Polonezköyün yürürlükteki imar planlan ve İmar uygulamaları
hakkında, şu Özet bilgileri verdi:
"Beykoz Belediyesi mücavir alanı olarak
adlandırılan bölge, yaklaşık 21.500 hektar alan kaplamaktadır ve
bu alan içinde, 2'si orman köyü olmak üzere, 11 köy yer
almaktadır.
9 köyün yerleşik alanı ve gelişme
alanlarının toplam alanı, 580 hektardır. 21.500 hektar alanlı
mücavir alanın %75 ten fazla bölümü, devlet ormanı
niteliğindedir, ve bu alanlarda kesin yapılanma yasağı
bulunmaktadır.
Bölge bütününde, 1/25.000 ölçekli çevre
düzeni nazım plânı ile uygulama yapılmaktadır. Ancak, bu
planlar, ölçeği ve özellikleri ile, ancak planlama sürecinin
diğer aşamaları olan 1/5000 ve 1/1000 ölçekli planların ana
ilkelerini belirleyen planlar olduğundan, 1/25.000 ölçekli
planla İmar uygulaması yapılması, önemli sorunlar doğurmaktadır.
Söz konusu 1/25.000 ölçekli plânda,
Polonezköyü "Turizm ve 2. konut alanı" olarak tarif edilmiş ve
bölgede turizm amaçlı yapılanmaların teşviki Ön görülmüştür.
Polonezköyü yerleşik alanı ve gelişme
alanı toplamı, 125 hektardır. Bugün bölge halkından gelen
isteklerin bir bölümü, Polonezköyün doğal özellikleri ve
geleneksel dokusunu koruyan bir yapılanma düzeninden yanadır.
Bazı kesimlerden ise, kısa vâdede arazi rantının arttırılmasını
amaçlayan, Levent örneği, bahçeli ev sistemi yapılanma
düzeninden yana projeler gelmektedir.
Biz, bölge için en doğru ve en yararlı
kararların, doğa değerleri ve Polonezköye adını veren
özelliklerin korunarak, yörenin değerini arttırıcı yönde
teşviklerle, bölge halkı ve uzman kurum ve kuruluşların katılımı
ile, bulunabileceği görüşü ile bu toplantıyı düzenlemiş
bulunuyoruz. Bugünkü sohbet toplantısının yaratacağı ivme ile,
devam edecek çalışmalar aşama aşama tekrarlanacak toplantılarda
tartışılarak sonuca varılacaktır".
Bir taşra atmosferinde yemek yemek,
trafik kargaşasından uzak bir yürüyüş yapmak istiyorsanız,
Beykoz'a 24 km. uzaklıktaki bu şirin, bot yeşillik içindeki
Polonezköyü'nde birkaç saat geçirebilirsiniz.
Türkiye'de polonyalıların yaşadığı bu
köy, sosyolojik ve coğrafi açıdan, ilk duyuşta insana biraz
çarpıcı geliyor, işte burası İstanbul'un en güzel
sürprizlerinden biridir.
Polonezköyü'ne İstanbul'dan yakın zamana
kadar biri Alemdağ'dan diğeri Beykoz'dan olmak üzere iki yoldan
gidilirdi. Fatih Sultan Mehmet köprüsü ve buna bağlı çevre
yollarının tamamlanmasıyla bugün Kavacık'dan da köye
ulaşılabilmektedir. Diğerlerine nazaran daha kısa olan bu yeni
yol, ilkokul ile Gülay Otel'in bulunduğu, köyün kuzey kısmındaki
alt girişten sizi köy meydanına çıkarır. Beykoz'dan başlıyan yol
ise, 24 km. sonra sizi mezarlık ve kilise arasından kıvrılarak
bir çatal ağzına getirir. Çatal ağzının iki yanı da biraz
ileride köy alanını kucaklar. Sağda solda, alçak tahta
parmaklıkların çevrelediği çiçekli bahçelerde, çoğu beton,
bazıları da ahşap kaplamalı ikişer katlı Polonez evleri görülür.
Köyün, Beykoz tarafındaki yolunun kıraçlığına karşılık Polonez'i
çevreleyen çiçekli bahçelerde, çoğu beton, bazıları da ahşap
kaplamalı ikişer katlı Polonez evleri görülür. Köyün Beykoz
tarafındaki yolunun kıraçlığına karşılık Polonez'i çevreleyen o
yemyeşil doku, yer-yer bu çiçekli bahçelere kadar sokulur. Kekik
kokularına çeşitli çiçek kokularının karıştığı yerlerdir bu
bahçeler.. Çiçekli çardakların süslediği bu bahçelerde tahta
masa ve iskemlelerde, polonezliler yemek servisi yaparlar. Bu
iki katlı evlerin alt katları, mutfak ve kiler görevi görür. Üst
katları ise pansiyondur. Yol boyunca uzanan bahçeli evlerin
hemen hepsinin kapısında "pansiyon-yemek" yazılı tabelalar
asılıdır ve ev sahipleri de size hiçbir şey sormadan birkaç
saatliğine odalarında misafir etmeğe hazırdırlar.
Yalnız bu köy yakın dönemde birtakım
özelliklerini yitirmeye başlamıştır. Köyü ilk kuranların
torunları yurt dışına göçmüş, evler türkler tarafından satın
alınmış, özgün mimari özellikleri ortadan kalkmaya başlamıştır,
sessizlik ve sükûnet de, çok yakın bir zamanda yerini kalabalık
ve gürültüye bırakmaya adaydır. Sürecin kendisini tamamlaması
halinde, gelecek kuşaklara yöre özelliklerinden çok şeyin
aktarılamayacağı kesindir. Artık Polonez'de de ibrahim Uyakçok'un
yaptırtmış olduğu Gülay Oteli'nden zaman-zaman gelen arabesk
müzik duyulmaktadır.
Beykoz tapusunda 1298 tarih, 16 cilt, 56
sayfa ve 32 sıra numarasında kayıtlı bulunan bu köyün, 550
hektarı baltalık orman, 138 hektarı tarım arazisi, 50 hektarı da
koru ormanıdır. Orman, 1945 yılında 4785 sayılı yasa ile devlete geçmiştir. Bugün meşe
baltalıkları Orman idaresi tarafından çeşitli çam türleriyle
ağaçlandırılmaktadır. Eskiden ormanlık alan daha da genişlemiş
1914'de İstanbul-Ankara demiryolu yapılırken, 150 senelik
meşeler kesilmiş ve travers yapımında kullanılmış. Bu ormanlar
Polonez'den itibaren az çok genişleyen bir şerit halinde doğuda
Sakarya'ya kadar uzanır. Buradan da Bolu ve Kastamonu'ya ulaşan
Çamdağ ormanlarına kavuşur.
Eski polonezliler, "Türkiye'nin ilk
pansiyoncuları biziz" diyorlar. Ama o günlerden bu yana, daha
doğrusu çok kısa bir zaman sürecinin içinde çok şey değişti. Çok
değil bundan 10-15 yıl öncesinde Polonez'e gelenleri milli
giysiler içindeki kızlar karşılar, vişne, kiraz, elma ve armut
ağaçlarının altındaki tertemiz masalarda size özel yemekleri
olan mantarlı ve beykınh kabarık moletleri ile lahana turşusu,
domuz pirzolası ikram ederlerdi. Doğu Avrupa sîtiiindeki, ahşap
çatıları sazla kaptı çiftilk ambarları ve avlularında birbirini
kovalayan domuzların yerini tavuk ve hindiler, eski
spesiyalitelerinin yerini de, kızarmış tavuk, patates ve fasuyle
almıştır bugün.. Yalnız polonezliler, hâlen yoğurtlarını,
yumurtalarını, tereyağlarını, köy peynirlerini ve ekşi
kremalarını, İstanbul'un bazı dükkânlarında pazarlıyorlar.
Pansiyonculuğu yanında ziraat ve
hayvancılık da ikinci bir gelir kaynakları.. Evvelce ormanlarda
geniş çapta avcılık da yapılıyormuş. Bilhassa yaban domuzu ve
karaca.. Bugün pek hayvan kalmadığı için, Polonez erkekleri bu
işi bir hobi olarak sürdürüyorlar.
Köyün bir evvelki muhtarı Edek, 65 yaşın
üstünde ve hâlâ çok dinç. Hergün arabasıyla Beykoz'a iniyor,
pansiyonunun ihtiyaçlarını alıyor, çiftliğiyle uğraşıyor. Birkaç
yabancı dili iyi bilen Edek, orta öğrenimini İstanbul'da Saint
Joseph'de yapmış, sonra Fransa'ya giderek ziraat teknisyenliği
tahsilini tamamlamış. Babası Çanakkale Savaşı'na katılmış,
onunla beraber köyden dokuz genç daha gitmiş bu savaşa. Fakat
Edek'in babasından başka dönen olmamış.
Köylülerin ve Edek'in hâtıralarındaki en
önemli olay 1935'te Atatürk'ün köyü ziyareti. Bunu bugün de her
polonezli İftiharla söylüyor ve "Bizi Türk vatandaşlığına o
kabul etti. Atatürk'e Polonezköyü, varlığını borçludur"
diyorlar. Atatürk maiyeti ile köye geldiğinde, yol çok bozuk ve
elektrik de yokmuş. O gece köyde Atatürk'ün şerefine büyük bir
eğlence düzenlemiş. Atatürk o gece çok neşeliymiş ve köyün güzel
kızlarından biri olan Kamilça ite danset-mis. Kamilça, daha
sonra bir türkle evlenerek İstanbul'a yerleşmiş. Atatürk o gece
Edek'in babasının işlettiği pansiyonda kalmış. Bugün bu odada
Atatürk'ün bir portresi asılıdır.
Köyün bugünkü muhtarı ise 40
yaşlarındaki Frederick Novicki'dir. O da kendisinden evvelki
muhtar gibi dört dil biliyor ve görevinin yanında bütün
polonezliler gibi pansiyonculuk yapıyor.
Polonezköyü'ne alt yapı hizmetleri çok
geç girmiş, tozlu ve bozuk yolu 1961'de yapılmış. Elektrik
1973'de gelmiş. Telefon bugün aşağı yukarı her evde var. 9-1839
kot ile tam otomatik olarak çalışıyor. Böylece İstanbul'dan
pansiyonlara rezervasyon yaptırmak da çok kolaylaşmış oluyor.
1968 yılına kadar hiç kimsenin tapusu yokmuş ve bu yüzden de
yabancıya satış ya-pamıyorlarmış. Bu tarihte kadastro geçince,
polonezliler çiftliklerini, evlerini satıp, Amerika, Avustralya,
ve Almanya'ya gitmeye başlamışlar. Türklerin yerleşmeleri de bu
tarihten sonra başlamış. Bugün Polonez'de irili ufaklı birçok
villa var. Bunların bazıları da tanınmış kişilere ait, Nihat
Boytüzün, Erol Simavi, Haldun Simavi, Erol Evgin, Metin Akpınar,
Haldun Dormen gibi. Bugün köyün 1/3 ü potonezlilerin 2/3 ü
türklerin mülkiyetinde. Muhtar Frede-rick Novicki'nin ifadesine
göre yerli nüfus 70 genel nüfus ise 400 civarındadır.
Polonezliler türkçeyi ve lehçeyi aynı
şekilde konuşuyorlar. Ayrıca rumca, fransızca, italyanca ve
almanca da biliyorlar. Genellikle eğitim seviyeleri yüksek.
Eğitimlerini İstanbul'daki yabancı okullarda tamamlayıp yüksek
tahsil de yapıyorlar.
Köye girişte ilk göze çarpan, kilise ve
karşısındaki mezarlıktır. Bu iki yapı Kontes Zborowska'nın
1914'de yurt dışında topladığı bağışlarla elde ettiği, koloninin
ortak fonu ile yapılmıştır. Bu sırada köyün papazı olan Aleksis
Sie-ra'da hükümetten izin alabilmek için büyük çaba
göstermiştir. Mezarlık ise Adampol'un aynı zamanda yazılı bir
tarihidir de. Son derece temiz ve bakımlı olan bu mezarlığın girişindeki
kitabe, türkçe ve lehçedir. "1831 ve 1863 yılında Polonya'nın
hürriyeti için savaşmış olan ve 1854-56 tarihinde Kırım
Savaşı'na katılmış bulunan kişiler için Polonezköyü'ndeki bu
latin ka-tolik mezarlığı, 1848'de Türkiye'ye sığınmış
Polonyalılar tarafından yapılmıştır."
Bu türkçe ibarenin altında, lehçe
tercüme de yer almaktadır.
Bu küçük ve bakımlı mezarlıkta, diğer
mezarlardan biraz uzak ve göze batmayan bir yerinde, büyük
Polonyalı Şair j. Slovvacki'nin ideal ve şiirsel aşkının simgesi
olan Ludvvicka, Sniadecka'nm mezarı yer alır. Ludvvicka, Kırım
Savaşı'nda Polonyalı Kazak ve Dragon (2) Alayı'nın komutanı olup
Osmanlı Ordusu'nda Mehmet Sadık Paşa adıyla anılan General M.
Czay-kovvski ile evlenmiş. Güçlü ve sanatkâr kişiliğiyle eşini
çok etkileyen Ludvvicka, 1866'da İstanbul'daki evinde ölünce
vasiyeti üzerine buraya getirilip defnedilmiş. Ludwicka
sonradan müslüman olmuştur. Mezarlıktaki tek müslüman mezarı da,
bu hanımındır. Mezartaşında lehçe şu ibare vardır:
"CORKA JENDRZEJA SYNOVVlCA JANA ZONA
GENERALA DOVVODCY KOZAKOVVI DRAGONOVV OTTOMANSKICH ZMARLA LUTEGO
1866 ROKU NA DZEHANCIRZE W KONSTANTYNOPOLU POCHOVVANA
NAZIEMIPOLSKİEİ VVADÂMKIOJ"
Polonyalıların yapmış oldukları yakın
akraba evliliklerinin bir ispatı da, buradaki taşlardır.
Haçların üzerindeki aile isimleri neredeyse bir elin parmaklan
kadardır. En çok rastlanan aile isimleri WlLKOSZEWSKl, NOVVIC-Ki,
DOCHODA, RYZY, KEPKA, BlSKUPSKl, dır.
Mezarlığın karşısındaki kilise, geniş
bahçesi ve bahçeyi dolduran yüksek ağaçları ile, kiliseden çok,
bir dağ evini andırır. Küçük demir parmaklıklı bir kapıdan
bahçeye girince şair Mickievvicze için yapılmış küçük bir anıt
göze çarpar. Üzerinde yine lehçe ve türkçe şu ibare yazıtıdır.
Bu köy kilisesinin kapısındaki plâkette
de şu ibare yazılıdır:
"Poionezköy'deki bu Latin Katolik
Kitise'si, 1842'de Azize Anna ismiyle inşa edilmiştir. Sonra
1914'de Czestochovva (3)'lı Meryem Ana'ya vakfedü-miştir."
Bu kitabenin de altında lehçesi
yazılıdır.
Kilisenin papazı, annesi italyan, babası
fransız olan Marcel Corenthi'dir. Peder aynı zamanda Nötre Dame
Delourde katolik kilisesi'nde görevli, 1963 yılından beri, 15
günde bir, cumartesi akşamından Polonezköyü'ne gelip, pazar
âyinini yapıyor. Ayrıca önemli dinsel günlerdeki törenleri de,
burada icra ediyor.
1962'de türk vatandaşı olan, 50
yaşlarında, ince yapılı, güleç yüzlü bir din adamı Peder
Corenthi, bu kilise'de tatsız bir olayla göreve başlamıştı. Bir
cenaze töreni ile.. Bunu vaftizler ve düğünler İzlemiş. Yalnız
son senelerde oldukça yalnızlık basmış kiliseyi. Nüfus çok
azaldığı için evlenen de vaftiz olan da olmuyormuş. Kilisenin
son görkemli nikahı 24.3.1979 da Conrad'ın oğlu Petrum Paulum
Zilkovvski ile Sabina'nınki imiş. Bu nikahtan sonra on sene
boyunca susan düğün çanları, 6 Ağustos 1989 da Josef Dahoda ile
Jola için bir kere daha çalmış. Kilise
defterindeki kayıtlı son vaftiz ise 25.2.1985'te Bolek-Emine
Biskupski'lerin kızı Dilara Melania'nın..
Peter Corenthi'den evvel, İstanbul'daki
Saiunt Antuan Kilisesi'nden, polo-nezlilerin dini törenleri için
rahip gelirmiş. Jan Kot, Antonius Wojdas bunlardan ikisi.
Kilisenin ilk rahibi Aleksis Siera
1847'de ölünce, lazarist rahipler kiliseyi idare etmeye
başlamışlar. Kilise defterinden belli olduğu gibi, bunlar
sürekli değişiyorlar, bir yıl içinde 3-4 rahip gibi. Laurentius
Karaula, Marius Jubgo-nik, Fransius Josephs Zilhkowski vs. gibi.
Peder, cemaatin çok azaldığını ifade
etti. Bunu biraz da çalışma koşullarının güçlüğüne, Almanya'da
iş bulanlarla, Türklerle evlenip köyden ayrılanların çokluğuna,
bir de konuklara daha iyi hizmet edebilme kaygusuna bağlıyor.
Evvelce 150-160 kişi olan cemaat, 40-45 kişiye inmiş . İndileri
lehçe. Âyin lehçe yapılıyor fakat vaaz türkçe.
Kilisenin bakımını, giderlerini
Polonyalılar kendi aralarında sağlıyorlar. Kilisenin karşısında
pansiyonu olan (Adolf Pansiyon) Adolf Wilkoschewski, bahçe ile
ilgileniyor, temizliğini yapıyor.
Dışarıdan dağ evini andıran kilisenin
içi, oldukça geniş. Yüzelli kişiyi rahatlıkla alacak tertemiz
sıraları, duvarlarında isa'nın yaşantısını sembolize eden
tabloları var. Birde tepede, tavana yakın yerde, lehçe büyük
harflerle bir yazı:
"POD TWOJA OBRONE UClEKAMY SlE" (4)
Köyün diğer ucunda, Köyiçi Mevkiî'nde
Gülay Otel'i ve P.T.T.'yi geçince, küçük ilkokulu yer alıyor.
Polonezköyü'nün ilk eğitim yuvası, kontes'in topladığı
yardımlarla yapılan kilise'ye bitişik küçük ek bina idi.
Kilise'nin ilk rahibi ve buraya ilk yerleşenlerden olan Siera,
burada göçmenlerin çocuklarının eğitimini de üstlenmişti.
1925'de ise, Pavel Julkowski, çocukları lehçe eğiti-yormuş. Bu
zat polonezli olup, sonradan Almanya'ya gitmiş ve subay olmuş,
l. Dünya Harbi'nin hemen öncesi alman zırhlısı Göben (sonradan
Yavuz)'de alman subayı imiş. Gemi İstanbul'da bulunduğu sırada
arkadaşlarını Adam-pol'e getirir, orada eğlenirler ve ava
çıkarlarmış. Harp bitince de Polo-nezköyü'ne temelli olarak
dönmüş.
Köy İlkokulu 1930'larda Milli Eğitim
Müdürlüğü'ne geçmiş ve bu tarihten itibaren türkçe eğitim
başlamış. 1955'te Beykoz tapusunun 6 pafta, 94 parselde kayıtlı
1725 m2 lik arsanın içindeki tek katlı küçük binada eğitime
başlamış.
Adnan Okumuş, okulun hem müdürü, hem de
öğretmeni. 1987-88 öğretim yılındaki öğrenci sayısı ise 27.. Tek
derslik bir okul. Adnan Okumuş 5 sınıfı da tek dershanede
eğitiyor, l.nci sınıfta 7, II.inci sınıfta 5, III.üncü sınıfta 6, IV. sınıfta ise 5, V.inci
sınıfta 4 öğrenci var. Bu öğrenci tablosu Polo n ezköyü'nde genç
nesilin artık bitmeye başladığını gösteriyor. Zira anne-baba
polonez olan tek çocuk Aylin Clara Zilkovvski. Baba polonez anne
türk olan da, Deniss Nowiçki. Geriye kalan 25 öğrenci ise türk.
Bunlar da zenginlerin villalarındaki bekçi ve bahçıvanların
çocukları.
Polonezköyü'nden birtakım ünlü kişilerde
çıkmış. Bunlardan biri Leyla Gencer. Annesi polonez, babası türk.
Yani yarım kan polonez bu dünyaca ünlü soprano.. Çocukluk ve
gençlik yıllarını Adampol'de geçiren Leyla Gencer, ilk gençlik
aşkını da burada yaşamış. Polonez'in sarışın güzeli delikanlısı
Zygmunt Ksiezopolski ile sık-sık koruda buluşurlarmış.İki
sevgili şarkı söylemeye başladı mı, bütün köy kulak kesilir
onları dinlermiş. Ancak vefasız zamanın akışı içinde, iki
sevgili ayrı düşmüş. Herkes kendi yolunu seçmiş. Leyla Gencer
Türkiye'den ayrılınca, Zgymunt da Amerika'ya gitmiş (5). Kuzeni
olan Leslav Ryzy'nin eşi, Polonez'de hâlâ pansiyonculuk yapıyor.
Ryzy'ler Leyla Gencer'den sitemle söz ediyorlar. "İstanbul
festivaline binbir nazla geldi. Ancak iki adımlık Polonez'e
uğramadı" diyorlar.
Dünyaca ünlü diğer bir polonezli de, bir
bilim adamı. Filolog Prof. Ludvvig Biskupski. İstanbul
Üniversitesi'nde fransız filoloji kürsüsünde rektörlük yapmış
olan Biskupski, doğduğu yerin tarihini "La Turguie Moderrî'in
Haziran 1955 sayı- sında belgelemiş ve Adampol'lular için
verilen Osmanlı Fermanlarını ya- yınlamışttr. Bu fermanlardan H.
1271 (1854) ve H. 1276 (1857) tarihli olanları Kazak ve Dragon
Alaylan'nın kurulması hakkındadır.
Ünlülerin yanı sıra kendi branşlarında
hayli başarılı kişiler de yetişmiştir bu şirin köyden. Bunlardan
biri Leslav Ryzy'nin ağabeyi Edwin Ryzy. 1950'lerde Ankara
Radyosu Dış Yayınlar Şubesi'nde lehçe tercüman ve spiker olarak
çalışmış, daha sonra TRT Dış ilişkiler Müdürü olmuş. Çevresi
tarafından çok sevilen Edwin Ryzy, 1980'de öldüğünde kendisine
büyük bir cenaze merasimi yapılmış.
Eski muhtar Edek'in çocukluk ve okul
arkadaşı olan elektrik y. mühendisi Micezyslaw Ksiezopolski de
Türkiye'de kurulan Siemens firmasında uzun yıllar yöneticilik
yapmış. Hilton Oteli inşaatının bütün elektrik tesisatını
Almanya'dan getirdiği malzeme ve makinalarla kurmuş. 1960'lı
yıllarda ise Kanada'ya gidip, orada yerleşmiş.
Polonya Sefarethanesinde görevli olan
Kondrat'da, Polonezköyü"nden yetişenlerden. Yine Siemens'in
proje ve mühendislik bürosunun müdürü köyden yetişme Elek. Y.
Mühendisi A. Dohoda'dır.
Harbin bitişinden sonra 3 Ağustos
1956'da bu alay kaldırıldı. Fakat Meh-med Sadık Paşa 1873'e
kadar Osmanlı Devleti'nin hizmetinde kaldı. 1973'te Çar II.
Alexandır Kont Michal Czaykowski'yi affetti. Çok sevdiği ve en
büyük yardımcısı olan eşi Ludvvicka Sniadecka da ölmüştü. Artık
onu buraya bağlayan pek bir şey kalmamıştı. Çaı"ın affından
sonra Kiev'e yerleşti ve yeniden hıristiyan oldu. 1886'da
Çernigov yakınında Borki'de bulunan kendi çiftliğinde intihar
etti.
Polonezlilerin bazıları hatıralarına o
kadar bağlı ki, insan keşke hepsi böyle olsa diyor içinden.
Bunlardan bir tanesi koloniye ilk yerleşenlerden Ignace
Kepka'nın (6) torunu olan Anna Wilkoşewski. Koloninin kurucusu
olan Adam Czartoryski'nin bir portresini evinde büyük bir
titizlikle muhafaza ediyor. Ayrıca bir de anı defteri var. Bu
defter ona iki sene evvel 80 yaşında ölen teyzesi Zosia Ryzy'den
intikal etmiş. Anna da onu Polonya tarihinin gel-mîş-geçmiş
kahramanlarının resimleri madalyalar ve büyük-küçük flamalarla
beraber muhafaza ediyor. Defteri karıştırdığınızda burayı
kimlerin ziyaret ettiğini görüyorsunuz.
Anna ve diğer polonezlilerin söylediğine
göre, Alman Mareşali Von Der Goltz da buraya gelmiş ve bu
deftere "Kendimi Adampol'de Cennetteki Adem gibi hissediyorum"
diye yazmış (7). Yalnız defterin bu sayfası kopuk. Anna ve Edek
bu sözleri çok iyi hatırlıyorlar. Anna'ya göre 1,5 yıl önce
gelen polonyalı gazeteci ve televizyoncular, buradan epey
malzeme toplayıp götürmüşler. Bu defter yaprağı da o zaman
yırtılıp alınmış olabilir.
Polonezköyü, Fransa, Avusturya ve
Macaristan Elçilikleri geçmişte himaye etmişlerdir, l.nci Dünya
Savaşı'ndanönce Osmanlı Sarayı mensupları, ileri gelenleri ve
yabancı diplomatlar, Polonez'in güzel manzarasından, temiz
havasından zevk alırlardı (8). Ancak şuna işaret etmek gerekir
ki, Polonezköyü değişmektedir. Burası her zaman sulh ve sükûn
içinde bir yer olmuştu. İpek gibi çayırlara yatıp güneşli gökten
geçen pamuk yığını bulutları seyretmek için güzel bir yerdi
evvelce, ikinci Boğaz Köprüsü'nün yapılması dolayısıyla, mesken
ve trafik yoğunluğu yüzünden, bir müddet sonra kalabalık ve
gürültü bu sakin beldeyi yaşanılmaz kılacaktır sanırız.
KAYNAKÇA ve NOTLAR:
1-Şeref Kayaboğazı, Boğaziçi, ist.
1958, s. 160.
2- Dragon, Fransız ordusunda atlı veya
yaya olarak savaşan askerlere verilen bir isimdir. Mitolojide de
aslan pençeli, kanatlı ve yılan kuyruklu bir yaratık olarak
tasvir edilir.
3- Czecîochowa, Polonya'da yukarı Warta
kıyısında küçük bir şehirdir. Bu şehir "Sjyah Meryem'e" ithaf
edilmiştir.
4- Bu ibarenin anlamı: "Senin himayene
sığınıyoruz".
5- Ümit Bayazoğlu, "Polonezköy", Şehir
Dergisi, Ağustos 1987, s. 6, s. 25.
6- Ignace Kepka 101 yaşına kadar
yaşamış ve Dragon alayında Kont Zamoyski'nin birliğinde savaşmış
bir eski askerdir. Paul Zilkovvski'nin kitabında yazdığına göre
Ignace Kepka asker ruhunu hiç yitirmemiş. 1918 kısmında yurdunun
yüzyıllık düşmanlarının boyunduruğundan kurtulduğu haberini
aldığında gözlerinden sevinç yaşları boşalmış ve eski savaş
türküleri olan "Silah Başına"yı söylemeye başlayarak duygularını
dile getirmiş.
7- Dr. Ludvving Biskupskİ, La Turquie
Moderne, Haz. 1955
8- Betsy Harrell-Evelyn Lyle Kalças,
Mini Tours near İstanbul, Book l, isi. 1975, s. 12.
|