• Olaylar ve Tarihsel Gelişmeler

 

XVI. yy.'ın başında Yagellon ve Stefan Batory (1533-1586) zamanları gerilerde kalmış, Polonya gerileme dönemine girmişti.

XVII. yy. sonunda. Kral III.Yan (Jan) Sobieski, (1629-1696) tahttan indirilmişti. Ülkede karışıklık hüküm sürüyordu. Kralın ölümünden sonra 1696 yılında Polonya'da Fransız prensi Konti ile Saski Prensi Frederik August arasında taht kavgası çıktı. Ordusuyla Polonya sınırını ilk önce geçen Saski Prensi Frederik August, Krakovv'u alarak, l!. August adıyla taç giydi.

XVIII. yy.'da Polonya'da III. August baştaydı. Ülke tamamen güçsüz düşmüştü, anarşi hüküm sürmekteydi. Bu sırada politika sahnesinde genç Stanislav August Poniatowski, (1732-1798) görünmeye, başladı. Kral III. August (1733-1763) tarafından Rus Çariçesi Elizabet'e elçi olarak gönderilen Poniatovvski, Çariçe Katerina'ya âşık oldu (sonraki adıyla, Çariçe II. Ka-terina).

1756 yılında sevgilisiyle Ömür boyu beraber olmanın çârelerini düşünen genç aşığın aklına, Katerina ile evlenebilmesinin, ancak kendisi kral olursa mümkün olabileceği geldi. Öyleyse Polonyalılar onu kral olarak seçmeliydiler. Bir masal kahramanı gibi davranan Poniatovvski, sonunda sadece sevdiği kadına kavuşabilmek için, taç giyecekti.

II. Katerina başa geçtikten sonra 1762 yılında Kont Kayzerling'i, Ponia-tovvski'yi kral seçtirmek üzere büyükelçi olarak Polonya'ya yolladı. Böylece 7 Eylül 1764 yılında Poniatovvski kral seçildi. Ponîatovvski tipik bir demokrattı. Hükümetin, halkın görüşleri ile yönetilmesi gerektiğine inanıyordu. Ama Poniatovvski'ye karşı olan asiller, kraldan nefret etmekte ve çeşitli politik oyunlarla onu düşürmeye çalışmaktaydılar. Asillerin krala karşı olan bu tutumları ve sürekli olarak çevirdikleri entrikalar, ülkede iç karışıklıklara yol açıyordu. Polonya tamamen güçsüz ve her türlü politik oyuna açık duruma gelmişti.

Poniatovvski asilzade evinde büyümüş, iyi eğitim görmüş bir aristokrattı. Avrupanın en zeki kişileri arasında yer almasına rağmen, iyi bir politikacı değildi. Bu yüzden çok iyi hazırlanmış hükümet programını uygulama fırsatı bulamadı.

1795 yılında Rus yönetiminin emriyle son Polonya kralı askerlerin gözetiminde Polonya'yı terk etmek zorunda kaldı. 1798 yılında sürgün edildiği Pe-tersburg'da öldü. Sen Katerina kilisesinin mezarlığına gömüldü. 1938 yılı Temmuzunda Sovyetler Birliği Yönetimi, Kralın lahdini Polonya'ya teslim etti.

Lahit Bug nehri kıyısındaki, Brzesc şehri yakınındaki Poniatowski ailesinin özel mülkü olan Wolçin'deki kilise içinde gömüldü. Bu arazinin bulunduğu topraklar, II. Dünya Savaşı'ndan sonra Sovyetler Birliği sınırları içinde kaldı.

Bu süre içinde Avrupa Devletleri de aralarında anlaşamıyorlardı. Ama bütün bu anlaşmazlıklara rağmen Avusturya, Rusya ve Prusya, Polonya'yı aralarında paylaşma konusunda birleştiler.

1772 yılında üç büyük devlet, Polonya'nın parçalanması anlaşmasını imzaladılar. Bu anlaşmaya göre; Güney Bölgesi (Galiçya) Avusturya'ya; orta ve kuzeyi Prusya'ya, Niemen ve Bug nehrinin doğu kısmı ise, Rusya'ya geçti.

XVIII. yy. başında Polonya, komşuları Rusya ve Prusya'dan daha zengin ve daha büyük bir savaş gücüne sahipti. Yüzyılın ikinci yarısında Orta-Doğu Avrupa'da yeni bir kuvvet dengesi doğdu. Buna göre Rusya ve Avusturya güç kazanıyor, Polonya ve Türkiye güç kaybına uğruyorlardı.

XVIII. yy. ortalarında Osmanlı Devleti, parçalanmış olan Polonya'nın müttefiki durumundaydı. Ama ne yazık ki geçmişin bu iki kuvvetli ülkesi, artık çöküşlerini durduracak güçte değildiler.

Bu gelişmeler sebebiyle, XVIII. yy.'ın ikinci yarısında istanbul, polonyalı siyasî göçmenlerin sığınak yeri halinde gelmişti. Bu süre içinde Osmanlı Devleti, Kazimierz Pulavski (Savannah kahramanı) ve bir çok polonyalıya kucak açtı.

XVIII. yy. sonunda artık Polonya krallığı yoktu. Ama Osmanlı İmparatorluğu, Polonya'nın parçalanmasını hiç bir zaman tanımadı.

Hatta bu konuda gelmesi beklenen Leh Elçisi için, Bâb-ı Âli'de verilen her ziyafette, devamlı boş bir iskemlenin bulundurulduğu söylentisi çıkmıştı. Ayrıca İstanbul'da Leh Elçiliğinin kendi mülkü olan Elçilik binası, Lehistan'ın parçalanmasından sonra Bâb-ı Âli'nin korunmasına alınmıştı. Bu da Leh egemenliğinin simgesi olan tek toprak parçasının Osmanlı hukukunca tanındığını gösteriyordu. Osmanlı imparatorluğu'nun, Lehistan'ın parçalanmasını tanımaması, iki ülke arasında eski anlaşmazlıkların da giderilmesini sağladı.

Leh sokağındaki Elçilik binasının bulunduğu alan, sonradan, Fransız Büyükelçiliği ile İtalyan Başkonsolosluğu arasında paylaşıldı.

Düşmanları tarafından güçsüz düşürülen ve sürekli tehdit edilen iki ülke, aralarında yakınlık arıyorlardı. Ama doğrudan politik ve askeri işbirlikleri olmadı.

XIX. yy.'da, Avrupa'nın bir çok ülkesinde, diktatörlük, haksızlık ve gericilik

hüküm sürmekteydi. Türkiye ise, artık reform yolunda ilerlemeye başlamıştı.

Aynı zamanda çok sayıda Polonyalı göçmen de, hükümet kademelerinde görev almaya başlamıştı. Polonyalı göçmenler, Türkiye'nin Avrupalılaşmasında ve liberalleşmesinde çaba sarfediyorlardı.

Prens Adam Jerzy Çartoriski (Adam Jerzy Czartoryski) (1770-1861) ('Taç giymeyen Polonya Kralı") Avrupa ülkeleriyle ilişkileri sayesinde, o zamanlarda yeni gelişen Türk diplomasisine çok faydalı oldu. Polonyalılar her zaman Türkiye'nin, bağımsızlığına kavuşmaları için yardımcı olacağı umudunu taşıdılar.

Tanzimat Devri'nde Polonyalı siyasî göçmenler arasında Türkiye'ye büyük ölçüde bir akış görüldü. Osmanlı imparatorluğu ülkeyi modernleştirmek için sadece teknik alanda değil, askerî alanda da kalifiye elemana ihtiyaç duyuyor; batıyı örnek olarak alıyordu. Bu noktada Türkiye'nin gerekli eleman ihtiyacı ile Polonyalıların bağımsızlıklarını sağlama umutları, iki ülke arasındaki ilişkiyi canlı tutuyordu.

1831 yılındaki Kasım ayaklanması trajedisi, sadece Polonya'nın bağımsızlık umudunu yıkmakla kalmadı, aynı zamanda bir çok kişinin ölümüne, bir çoğunun da ölüm korkusuyla ülkeyi terk etmesine yol açtı. Çok sayıda polonyalı Fransa'ya kaçtı.

1833 yılı Şubatında Paris'te Türk Elçisi bulunan Namık Paşa ile Prens Adam Çartoriski arasında, Türk topraklarında bir Polonya Kolonisi kurulması konusundaki ilk görüşme yapıldı. Aynı yılın Nisan ayında Türk Elçisi konuyu bu kez General Dembinski ile görüştü. Hatta bir kaç bin Polonyalının Osmanlı Ordusu'nu düzenlemek için Fransa'dan Türkiye'ye getirilmesi projesi gündeme getirildi. Prens Adam Çartoriski Divan Heyetinde yer alacak, bir grup polonyalı ise tarım kolonisi kuracaktı. Prens Adam Çartoriski bu projenin gerçekleşeceğine pek inanmıyordu, ama General Dembinskiden konuyu incelemesini istedi. Sonuçta Türk teklifi sadece proje olarak kaldı. Fransada bulunan göçmenler Türkiye'ye gelmedi. Sadece General Vojceh Hişanovski (Wojciech Chrzanovvski 1793-1861) ordu danışmanı olarak İstanbul'a geldi. (1836)

Rusya, 1831 yılında Polonya Savaşı'nı kazandıktan sonra Avrupada siyasî ağırlığı artmış Balkanlar ve Boğazlar hakkındaki eski emperyalist düşünceleri tekrar canlanmıştı.

1849 yılında Avrupa'da yeni Polonya göçmen dalgasının çoğalmasıyla Prens Adanı Çartoriski Osmanlı Hükümeti'ne, Osmanlı topraklarında askerî karakterde bir Polonya tarım kolonisi kurulmasını teklif etti. Osmanlı Hükümeti bu teklifi kabul etti ama, yerleşme alanı olarak Kıbrıs'ı gösterdi. Aynı zamanda askerlere Matta'ya gitmeleri de teklif edildi.

Teklifi az sayıda asker kabul etti. (Graboyski, General Vladislav Zamoys-ki, Bystonovski.)

Osmanlı yönetimi Kıbrıs'ın yerleşme alanı olarak gösterilmesine gerekçe olarak, ada toprağının verimli olmasını ve nüfus azlığını gösterdi. Türkiye koloni projesini kabul etmeye istekli gözüküyordu. Ama karar almayı a-çıkça geciktiriyordu: Rusya'dan çekiniyor Fransa ve İngiltere'nin muhtemel desteğini bekliyordu.

Diğer taraftan Prens Çartoriski Polonyalı göçmenlerin Batı Avrupa'dan getirilmelerinde zorluklar görüyordu. Yerleşme alanı olarak Kıbrıs'ın seçilmesi, onu memnun etmedi. Kıbrıs'ın Avrupa'dan ve Polonya topraklarından çok uzakta olduğunu düşünüyordu. Sonraki siyasî olaylarda Rusya ve Avusturya'nın Polonya'ya karşı kesin düşmanca davranışları, bu projenin gerçekleştirilmesini engelledi.

Ülkelerinde gerçekleşmeyen devrimden kaçan Macarlar ve Polonyalılar, Türkiye'ye Avrupa'nın Milliyetçilik anlayışını getirdiler. Bir çoğu islâm dinini kabul edip Türkiye'ye yerleşerek yeni fikirlerin gelişmesinde büyük rol oynadılar.

1849 yılında Rusya ve Avusturya, Macaristan'dan, Osmanlı İmparatorluğu'ndan kaçan Macar ve Polonyalıların geri verilmesini istediler.

Osmanlı imparatorluğu bu ülkelerle savaş tehlikesini göze alamazdı. Güçlü iki devlet, sürekli olarak, kaçanların iade edilmesini istiyordu.

Kaçakların iade edilmemesi için İslâm dini kabul etmeleri yolu, tek çare olarak kalıyordu, İslâm kurallarına göre İslâm dinini kabul edenler, asla iade edilemezdi.

Rusya'nın Osmanlı Devleti'nden geri verilmesini istediği Polonyalıların arasında General Dembinski, Jozef Bem, VVysocki gibi yüksek rütbeli subaylar ve başka Polonyalılar da bulunuyordu, İstanbul'daki Rus temsilcisi Vlodimiej Titov, adı geçen kişilerin hemen tevkif edilmelerini ve Rus hükümetine teslim edilmelerini, Osmanlı Devleti'nden resmen istedi. Teslim edilmemeleri halinde savaş tehdidinde bulundu, islâm kurallarına göre islâm dinini kabul edenlerin geri verilmesi söz konusu olmuyordu.

Böylece İslâm dinini kabul ederek Osmanlı ordusunda görev alan polon-yalılardan General Jozef Zacharias Bem (1794-1850), 1839 yılı Ekiminde İslâm dinini kabul ederek, Murat Paşa adını aldı.

Daha sonra çok sayıda subay ve er de, kumandanlarının etkisiyle Müslüman oldular. Bunların arasında Osman Bey adını alan Albay Dionzi Zariski (Zionizy Zarzycki) de bulunuyordu.

Polonya'nın çöküşünün nedeni, topraklarının bir kısmının üç yabancı devlet tarafından paylaşıl maşıydı. Rusya tarafından ele geçirilmiş topraklardaki Polonyalılara Çar*ın tebaası gibi davranılıyor ve askere alınıyordu, ülkelerinden uzaklara gönderilip, yakınlarından yıllarca ayrılıyorlardı.

XIX. yy. başında, özellikle 1831 yılından sonra, Rus Devleti, topraklarını Kafkasya'ya kadar genişletmek istedi. Çok sayıda Polonyalı bu savaşa katıldı ve sayısız şehit verdi.

Kafkasya'da Karadeniz kıyısında oturan isyancı Çerkez milletleri ile Rus Ordusu arasında devamlı savaş sürüyordu. O zamanki Rus politikası, Kafkasya'yı silâh gücü ile egemenliği altına alma yolundaydı.

Yerli halka acımasızca zulüm uygulandı, askerî birlikler, zorla haraç kestiler, arazi ve evlere el koydular. Kafkasya'da o zaman binlerce polonyalı vardı. Bunların içinde, büyük ölçüde 1831 savaşından sonra Rus Ordusu'na alınan Polonyalı askerler bulunmakta idi. Bundan başka her yıl Polonya-Litvanyası'ndan ayrıca kura ile yüzlerce mahkum, askere alınarak Kafkasya'ya geliyordu.

1831-1857 yılları arasında Kafkasya'da rus işgali altındaki topraklardan gelen 300 bin Polonyalı birikti.

Kafkasya'daki ordu hizmetinde bulunan bu Polonyalılara Ruslar, haydut veya anarşist muamelesi yaparak çok sert davranıyorlardı. Rus üstleri, Polonyalı askerleri vahşîce dövüyor, aşağılıyor, intihar edecek veya cinnet getirecek noktaya getiriyorlardı. Karşı gelen olursa, olay askerî mahkemede trajik bir şekilde sonuçlanıyordu.

Kafkasya'daki Polonyalılar için "ırkçı propaganda"nın etkisiyle diğer ülke askerleriyle birlikte yaşamak, çok zor ve tatsız bir hale gelmişti. Ülke özleminden başka, ulusların bağımsızlığı idealini paylaştıkları ve kendilerine sempati duydukları dağ gerillalarına karşı savaşmak zorunda olmaları da hiç hoşlarına gitmiyordu. Bu nedenle, Polonya Ordusu'ndan Rus Ordusu'na alınan bu askerlerin bir çoğu, dağlara, Türkiye'ye ve İran'a kaçtılar. Asker kaçakları yakalanırlarsa, Rus Askerî Mahkemesi'nin insanlık dışı cezalarından biri olan, silâh arkadaşları önünde sopa ile dövülme cezasına çarptırılıyorlardı.

Cesur dağlı kabileler, bağımsızlık ve özgürlüklerini elde etmek için kazakların saldırılarına küçük birliklerle baskınlar düzenleyerek cevap veriyorlardı. 1839-1840 kışında Çerkezler Mısır'ın ve İngiltere'nin yardımı ile gerçekleştirdikleri ayaklanma hareketi ile, bütün Karadeniz kıyısına hakim oldular. Daha sonra kıyı gerisi hattını kuvvetlendirmek için genel bir saldırı hazırladılar. Rus Ordusu, Çerkez ayaklanmasını ancak sonbahardan sonra bastırabildi.

Polonyalı askerlerin bir çoğu, kendileriyle benzer durumda gördükleri Çerkezlere karşı savaşmak istemediler. Ayrıca savaş kargaşalığının kaçma şanslarını arttıracağını düşündüler. Ama daha önce söylendiği gibi asker kaçakları için askerî mahkemece ölüm cezasıyla cezalandırılma tehlikesi vardı. Ayrıca kaçamayıp kalanları ise daha iyi bir gelecek beklemiyordu. Çerkezlerle dil anlaşmazlığı yüzünden trajik olaylar da meydana geliyordu. Çerkezler, teslim olan askerlerin Polonyalı olduğunu bilmeden esir muamelesi yapıyorlar ve köle olarak Türk pazarlarında satıyorlardı.

Üç işgalci devlet hükümetleri, 1831 yılındaki Büyük Polonya Ayaklanmasının bastırılmasından sonra, Polonya aleyhindeki politik çalışmalarını arttırdılar. Özellikle Polonyalıların bağımsızlık isteklerini köreltme yolunda ayaklanma üyelerinin yakalanması için düzenlenen operasyonlarda, ortak polis metotları ve işbirliği uygulandılar. Yeni baskı ve yakalama yöntemleri geliştirdiler. Gerçek dışı haberlerin yayılmasını sağlıyorlar, sonra bu haber doğrultusunda hareket edenleri yakalıyorlardı. Bunlardan bir tanesi, Varşova basınından halka duyurulan, Galiçya üzerinden Fransa ve Amerika'ya göç etme imkânının bulunacağı haberiydi. Bu habere inanıp Galiçya'ya gidenler, rus yetkilileri tarafından siyasî suçlu olarak yakalanıyorlardı.

XIX. yüzyılda Avrupa haritasında Polonya Devleti yoktu.

Köle olarak satılan Polonyalılar, vatandaşlarını kölelikten kurtarabilecek bir büyükelçiliğin olmaması nedeniyle Osmanlı Devleti'nin dört bir köşesine dağılmışlardı.

O zaman Fransa'da yerleşmiş olan Prens Adam Çartoriski, İstanbul'da kendi olanakları ile bir Polonya Temsilciliği kurdu. Bunun ilk yöneticisi, Mihal Çaykovski idi. (1804-1886) Temsilciliğin kurulmasından hemen sonra bir grup göçmen, İstanbul'a geldi. Prens Çartoriski Çerkezlerin, İranlıların ve Türklerin elinde köle olan Polonyalı askerlerin satın alınmasıyla işe başladı. Zorla Rus ordusuna alınıp ordudan kaçan ve yolunu şaşıran asker kaçağı Polonyalıları topladı. Prens Çartoriski Osmanlı Devleti'ni kendine hareket noktası seçerken, politik amacının gizli tutulması gerektiğini, aksi halde temsilciliğin Rusya tarafından devamlı saldırıya uğrayacağını ve sonunda kapanmak zorunda kalacağını biliyordu. Bu nedenle temsilciliğin sadece İstanbul'da bulunan Polonyalıları korumak amacıyla kurulduğu duyuruldu. Çartoriskinin asıl amacı ise, Polonya'nın eski sınırına yakın olan Osmanlı Devleti'nden, Polonya'ya ilerde mümkün olabilecek bir bağımsızlık hareketi için gerekli yardımın yapılabileceği düşüncesiydi.

Prens Çartoriski'nin çevresindeki Polonyalı göçmenlerle Türkler arasında arkadaşlık ilişkileri yaygın idi. Polonyalılar arasında Türkiye hakkındaki olumlu havanın yayılmasında, söylentiler de geçerli oluyordu.

Bunlardan en tanınmış olanı, Ukraynalı bir köylü olan Vernihor'un kehaneti idi. Buna göre "eğer bir Türk atına Vistül'den su içirirse, Polonya özgürlüğüne kavuşacaktı".

Osmanlı Devleti'nin Polonya'nın paylaşılmasını resmen tanımaması, Polonya Elçisine ait olan yerin resmî toplantılarda boş bırakılması ve eski elçilik binasına ait Pera'daki alanın Sultan tarafından himaye edilmesi, Polonyalıların, Türklere yakınlık duymaları için yeterli sebepleri teşkil ediyordu.

1872 yılında İstanbul'da bulunan Polonyalı ünlü ressam Yan Mateyko (Jan Matejko), daha sonra yayınladığı seyahat anılarında, İstanbul'da Pe-ra'da Leh Sokağı adlı bir sokağın varlığından bahseder. Birkaç yıl sonra, 1886 yılının Ekim ortalarından Kasım'a kadar İstanbul'da bulunan Polonyalı yazar Henrik Sienkieviçte, yine anılarında, Pera'daki "Rue de Pologne" yani Leh Sokağı'ndan söz eder.

Polonya-Türk dostluğunun bir sembolü olan bu sokağa günümüzde eski adının verilmesi, kuşkusuz anlamlı ve yerinde bir jest olacaktır.

Kafkasya'da Stavropol'de büyük bir Polonyalı grubu vardı. Bunlar Çarlık Rusya'sından beri Katkas topraklarına zorla yerleştirilen Polonyalılardı. Bunların arasında 1831 Polonya Ayaklamasından sonra Rus ordusuna katılmaya zorlanan binlerce askerden başka eski kuşak mahkûmlarda bulunuyordu.

Tiflis Fransız Konsolosu, 1840 yılında Kafkas Ordusu'ndaki 160 bin askerden 25-30 binin Polonyalı olduğunu kaydeder.

Kalkas 7 batalyanunun tamamı, gizli örgüt kurmaktan hükümlü Şimon Konarski ve Örgüt elemanları ile daha önce Kiev Üniversitesi ve Wilno Tıp Akademisi'nde çalışmış kişilerden meydana geliyordu. Katkas ordusunda ayrıca 1853-1856 Kırım Savaşı'nda zorla askere alınan Polonyalılar da bulunuyordu. Bunlardan bir çoğu sonradan Osmanlı Devleti'ne kaçmış veya Çerkezler tarafından esir alınarak, köle olarak Osmanlıya satılmıştı.

         

 

 

  • Polonezköy'ün Kuruluşu


1842 yılı Ocak ayında Prens Çartoriski, Paris'ten yazdığı mektupta, Lazarist rahiplerine İstanbul yakınlarındaki arazilerinde bir Polonya Kolonisi kurulmasını teklif ediyordu. Lazarist rahipleri teklifi kabul edince, 3 Mart'ta temsilci Çaykovski ile anlaşma imzalandı. Anlaşmaya göre Prens Çartoriski, Lazarist rahiplerine ait olan toprakların bir kısmını sonsuza kadar kiralıyordu. Bu anlaşma Osmanlı topraklarındaki Polonya tarım kolonisinin başlangıcını teşkil ediyordu.

Lazaristler bu toprakları, İstanbul'daki Fransız Büyükelçiliği'nin bankerlerinden olan Glavani'nin karısı Rause Glavani'den hediye olarak almışlardı.

19 Mart 1842'de koloniye dini bir törenle "Adampol" adı verildi. Bu ad, kurucusu Adam Çartoriskinin adıyla Polonya'nın ilk hecesinin birleştirilmesinden oluşmuştu.

Türkler, Polonyalıların yerleştiği bu köşeye, Adamköy, Polonez karyesi ve son olarak, Polonezköy adını verdiler.

Polonyalıların yerleşmesinin kararlaştırıldığı bu topraklar, bir zamanlar İstanbul'a gelen çingenelerin konakladığı, Alemdağı'nm eteklerinde "büyülü çingene toprakları olarak anılan yerde bulunuyordu. Arazi, vahşi çalı ve dikenlerle kaplı, verimsiz ve kuru bir toprak parçası görünümündeydi. Yerleşilmesini elverişli kılan, ormana yakın olması ve ortasından da bir un değirmenini çalıştırabilecek iki dağ deresinin geçmesiydi. Arazinin Saint Öincent d'Asie adı verilen kısmı ise, bakımlıydı. Burada Lazaristler oturuyor, çok sayıda küçük ve büyük baş hayvan, kümes hayvanları, ev kuşları besliyorlardı. Elverişli iklim sayesinde, bağ ve bahçecilik işleri yapıyorlardı.

Kolonide başlangıçta, Prens Çartoriskî tarafından kölelikten kurtarılan Rus Ordusu ve 1848 Macar Ayaklanması kaçağı askerler ve subaylar yerleştiler.

Verimsiz ve işlenmemiş topraklan çıplak elleriyle çalışarak, tarım yapılacak hale getirmek, kolonistler için kolay olmadı. Bütün bu zorluklara rağmen Polonyalı kolonistler kendilerine kucak açtığı için, Türkler'e minnettardılar.

Koloni başkanlığına, Emanuel Drohoyovski'nin (Emanuel Drohojovvskİ) ayrılmasıyla, istanbul temsilciliği yöneticisi Çaykovski tarafından, aynı zamanda din işlerine bakan Papaz Sadovski atandı.

Ondan sonraki koloni yöneticisi, Vinceti Ravski (VVincenty Rawsky) idi.Koloni yöneticisi önceleri lazarist rahiplerinin mülkü olan binada kalıyordu. Daha sonra Çaykovski, ayrı bir yöneticilik binası inşa edilmesine karar verdi. Fakat bu düşüncesini hemen gerçekleştiremedi, tarım alanı olarak seçilen arazinin kullanılabilecek hale getirilmesi için gece gündüz uğraşan, ayrıca kendi evlerini inşa etmeye çalışan kolonistlerin, hemen hiç boş vakitleri yoktu. Ayrıca inşaat için yeterli paranın da sağlanamaması, inşaatın temel safhasından ileri gidememesine sebep oldu.

Uzun bir süre sonra, ancak 1846 yılı Haziran'ında, inşaat tamamlanabildi ve "Polonya Evi" adı verildi. Mihal Çaykovski, Polonyalı kolonistlerin bir ölçüde vatan hasretini gidereceği ve aynı zamanda Türklere Polonya kültürünü tanıtacağı düşüncesiyle, Prenses Çartoriski'den, ev için mobilya ve Polonya konulu tablolar sağlamasını rica etti.

Çaykovski Kont Vladislav Zamoyski'nin eşinden de, fransızca ve lehçe kitaplardan oluşan bir kütüphane kurmasını istedi. Oldukça pahalıya mal olan yöneticilik binası, iki yıl gibi kısa bir süre sonra, bakımsızlık nedeniyle onarım gerektirecekti.

1842-1848 yılları arasındaki Adampol'de, durum şöyleydi: 1842 yılında Lazarist rahiplerinden kiralanan topraklarda koloni kurulmasından sonra, buraya isteyenler için rahiplerin çiftliği, ilk sınanma ve eğitilme yeri haline gelmişti. Aynı yılda 6 Polonyalıyla katolikliği kabul eden bir sırp, davranışları ve çalışmalarıyla yararlı olacaklarını kanıtlayarak, arazinin, Fransızlara "Sen Anton", Polonyalıların Adampol dediği kısmına yerleştirildiler. Bu kısım, işlenmemiş 500 hertarlık toprağın, vahşi çalı ve dikenler kaplı bir bölümüydü.

Lazarist rahipleri, başlangıçta Prens Adam Çartoriski ile birlikte koloninin kurulması için bazı masraflara katıldılar. Bir kişinin Fransa'dan getirilmesi, aşağıdaki, aşağı-yukarı 800 piastr olarak hesaplanıyordu. Bu miktarın içinde, getirilen kişiye gerekli olacak tarım âletleri, hayvan ve tohum masrafları da bulunuyordu.

Osmanlı pazarlarından, satın alınıp kölelikten kurtarılan Polonyalılar İse, daha ucuza maloluyordu. Kolonistler tarafından işlenecek olan arazi parçasının lazaristlerin topraklarından tamamen ayrılması kararlaştırılmıştı. Ama kolonistlerin sayıları, ne de sonraki anlaşmalarda sınırlandığı için, Bâb-ı Âli Hükümeti tarafından şüphe uyandırmadan ve işgalci devletler tarafından fark edilip sınır dışı edilme tehlikesi olmadan, koloniye çok sayıda asker kaçağı kabul etmek mümkün oluyordu. Koloni, Polonyalıların düşmanlarına karşı, güvenliklerini garanti eden bir nitelik taşıyordu.

Prens Adam Çartoriski tarafından lazarist rahiplerine verilen paranın geliri, özellikle çok sayıda Asya'da bulunan Polonya halk gruplarına yardım amacına dönük bir sermaye olarak görülüyordu.

20 Haziran 1842'de kolonide kanunlaşan Yönetmelik'in 19. maddesinden üçü, koloni içinde güvenliği, dinî ve ahlâkı davranışları denetlemeye yönelikti. Bunlara göre kolonide yerleşmek isteyenlerin mutlaka katolik po-lonyalı veya slav olmaları, ayrıca tavsiye mektubuna sahip bulunmaları gerekiyordu. Çartoriski taralından kendilerine toprak alınan polonyalılar, en kısa sürede evlerini inşa etmek için, sadece kendi güçlerine güvenmek zorundaydılar.

Koloninin varlığının başlangıcında, 12 kişi, 5 çiftliğe paylaştırılmış durumdaydı. Bunların çoğu Varşova, Kaliş, Zamose, Plock, Kamienice Podolski gibi, Polonya topraklarından gelip, Rus ordusuna zorla alınan ve oradan kaçan askerlerdi, işte böylece, çeşitli ama benzer yollardan gelip Adampol'da buluşan bu 12 kişi, Boğazın Asya kıyısındaki Polonya köyünün ilk kurucuları oldular.

Koloninin kurucularından kısa bir süre sonra Mihal Çaykovski, kendi insiyatifini kullanarak, köyün, fransız rahiplerinden bağımsız olmasını sağladı. Osmanlı topraklarındaki Polonya kolonisi, parçalanmış Polonya Devleti ve Polonya sınırları dışında kurulan, ilk köydü. Kolonide bulunan polonyalılar, koloninin ve dolayısıyla kendilerinin, Fransız Hükümeti'nin koruma ve gözetimi altında olduklarını çok iyi biliyorlardı. Kendilerine osmanlı toprakları sınırları içinde serbestçe hareket imkânı ve toplumda iyi bir statü sağlayan, özel bir belge verildi. Bunun yanı sıra, koloni içinde durum, maalesef, pek de iç açıcı değildi.

Zaman zaman koloniye gelen, güç şartlardaki yaşam koşullarında ruh sağlığını yitirmiş asker kaçakları, koloni içinde huzursuzluğa sebep oluyorlardı. Ayrıca lazarist rahipleriyle, koloni yönetimi arasındaki diyalog yetersi-liği de, kolonistlere çeşitli zorluklar çıkarıyor, sorunların çözülmesini uzatıyor ya da güçleştiriyordu. Lazarist çiftliğinde çalışan işçi ve kolonistler, az yemek verildiğinden ve işin ağırlığından şikâyet ediyorlardı, sadece yemek için değil, yemek tabağı için bile birbirleriyle kavga ettikleri zamanlar oluyordu.

Vahşi dikenli arazide çıplak ayaklarla, paralanmış elbiselerle çalışıyorlardı. Olumsuz ve yetersiz şartlar, sonunda, her iki taraf için güvensizlik ve sıkıntıya sebep oluyordu.

Lazarist rahipler, Polonyalıların kendilerine mutlak itaat etmelerini istiyorlar, bu da kolonistlerin hoşuna gitmiyor, anlaşmazlıklar ve sürtüşmeler Duyuyordu.

Kolonistlerin kendi evlerini inşa etmeye başlamalarıyla, anlaşmazlıklar yatışmaya başladı. Başlangıçta toprağın altına ev yapılması fikri düşünüldüyse de, ilk koloni başkanı Emanuel Drohoyovski bu fikirden vaz geçti ve taştan evlerin yapımına başladı.

1842 yılı Eylül'ünde, bütün olumsuz şartlara rağmen AdampoPa yeni ko-lonistler gelmeye başladı. Bazıları ise koloniyi terk etti.

1843 yılı Ocak ayında Adampol'de 19 polonyalı vardı. Bunlardan 17'si, tüm haklara sahiptiler, iki tanesi ise lazarist çiftliğinde deneme safhasında çalışıyorlardı. Toprağın vahşi çalı ve dikenlerden temizlenmesi ve evlerin yapılmasından sonra, koloni bir köy görünümü almaya başladı.

Kolonistler peynir ve tereyağ üretimine başladılar, küçük bir sebze bahçesi yaptılar. Ürünlerinin büyük bir kısmını kendileri tükettiler, geri kalanını İse Boğaz'da ve İstanbul'da pazarladılar.

1845 yılı Şubat ayında Paris'te, Polonya kolonisinin yok olmasından endişe duyuldu. Çünkü lazarist rahipleri topraklarını "Miller" adlı bir kişiye kiralamışlardı. Miller lazaristlerin topraklarında bulunan Polonya kolonisinin gereksinimlerini hafife alıyordu. Çaykovski, Adampol'e art toprakların, Çarto-riski ailesine veraset yoluyla geçmek üzere 4500 Fransız Frangına satın almayı, lazarist rahiplerine teklif etti.

Lazarist rahipleri, Prens Çartoriski'nin politik durumunun değişmesiyle, koloninin kaybolacağını öne sürerek, teklifi kabul etmediler.

Başlangıçta kolonistler kendilerine gösterilen her tür ağır işte çalıştılar. Mukavelelerinin Paris'te mi, İstanbul'da mı, yapıldığıyla ilgilenmek, akıllarına gelmedi. Hangi haklara sahip olduklarını bile ayrıntılarıyla bilmiyorlardı. Daha sonra durumları biraz düzelince, koloni topraklarındaki haklarını bilmek istediler. Aynı zamanda toprağın kişiler arasında geçit olarak paylaştırılmasını istediler.

         
  • Polonezköy'ün Gelişimi

 

1855 yılı 11 Eylülünde Polonyalı şair Adam Mickieviç-Prens Adam Çarto-riski'nin ricasıyla, aralarında yıllardır anlaşmazlık ve rekabet süren iki komutan, Mihal Çaykovski ve General Vladislav Zomyski'yi uzlaştırmak için Paris'ten İstanbul'a hareket etti. Mickieviç'in, Fransa'nın Marsilya Limam'ndan istanbul'a deniz yolu ile seyahati on gün sürdü. 16 Eylül'de Mickieviç'in içinde bulunduğu "Tabor" adlı gemi, izmir Limam'na yanaştı. Mickieviç, İzmir yakınlarındaki Kapucin rahiplerinin küçük mezarlığındaki Varşova Prenslik (Ksiestvvo Warszawkie) ordusu Generali Mihal Ludvik Pac'in mezarını ziyaret etti.

Orzechovskiye göre Türkiye Polonya'ya, dış politikada kendisine zorluk çıkarmayacak bir şekilde, pasif yardım yolunu tercih ediyordu. Bu tercih Or-zevchovskiye de, Polonya Ordusu için gerekli olan askeri düzenlemeyi yapabilmesi için tamamen rahat bir ortam sağlıyordu. Orzechovski, "L'Histoire de L'Empire Ottoman" adlı kitabını Paris'te bastırdı.

1863 yılı Ocak ayında Türkiye'ye, Polonya'daki Ocak Ayaklanmasından kaçan genç ve öğrenim görmüş kişilerden oluşan yeni bir göçmen dalgası geldi. Osmanlı Hükümeti, Adampol'e yerleşen bu gruptan kişilere çeşitli resmî görevler teklif etti. Bu kişiler arasında Varşova-Viyana demiryolu hattı yapımında çalışan mühendis ve teknik elemanlar bulunuyordu. Kendilerine Balkanlardaki ilk tren yolu yapımında görev verildi. Bunlar Asya'da ilk karayolunu ve köprüsünü inşa ettiler.

Adampol hızla gelişiyordu. 1863 yılında kolonide yüz Polonyalı aile bulunmaktaydı. Bunlar ikinci kuşak, Polonya asıllı, türk vatandaşlarıydı.

Adampol'un geleceğini garanti altına alan gelişme, lazaristlerte yapılan anlaşmanın bir paragrafı ile sağlandı. Bu belgede, Adam Çartoriski'nin ve mirasçılarının, ebedî kiracılar olduğu belirtiliyordu. Böylece, koloninin gelecekteki varlığı garanti altına alınmış oluyordu. Kolonistlerin her birine de ebedî kiracılık belgesi verilmesi düşünüldü. Kolontstler daha önceki anlaşmada öngörülen yılda 6 gün ücretsiz mecburi çalışmayı sürdürdüler. Artık lazaristler için değil, Adampol için çalışacaklardı. Ama arazinin hukuki sahibi hâlâ lazaristlerdi. Hak sahibi kiracı ise, Prens Çartoriski ve mirasçıları idi.

Koloni yönetimi, yeni gelenlere iş verme ve ev yapmalarına yardımcı olmakla yükümlüydü, İstanbul Polonya Temsilciliği'nde Mihal Çaykovski, Adampol topraklarının lazaristlerden satın alınması konusunda Prens Çartoriski'ye baskı yapıyordu.

Mihal Çaykovski, Osmanlı tarafıyla konuşlalarında, koloninin Prens Çartoriski'nin malı olarak Osmanlı himayesinde kalması isteğini belirtiyor. Buna karşılık Osmanlı Hükümeti koloninin geleekteki gelişimi için her türlü yardımı yapacağı garantisini verdi. Prens Çartoriski ise Adampol topraklarını satın almaktan çekiniyordu. Çünkü toprakları satın almasıyla, koloninin politika yapısı değişecek, fransız koruması kalkacak ve dolayısıyla koto-ni, Rusya ve Avusturya'nın saldırılarına açık hale gelecekti. Bu nedenle Prens Çartoriski, Mihal Çaykovski ve Koscielski'nin koloniyi lazaristlerden ve dolayısıyla Fransa himayesinden koparma girişimlerini desteklemedi.

1848 yılındaki Macar Ayaklaması'ndan sonra Vidin ve Şumnu esir kamplarından birçok yeni göçmen, belli bir süre için siyasi hayattan uzakta bir sığınak arayan insanlar koloniye geldiler. Adampol'de kendilerini güvenlikte hissettiler. Bunlar arasında General Jozef Bern'im yaveri Binbaşı Francişek Michalovski, subaylar: Korsak, VVieruski ve asteğmen Adolf Biskupski bulunmaktaydı. Bir kısmı koloniyi kısa bir süre sonra terkettiler. Bir kısmı ise yerleşerek, bugüne kadar devam eden aileleri meydana getirdiler. Biskupski'ler, Drozdovski'ler gibi.

Macar Savaşı'ndan sonra gelen göçmen dalgası, ekonomik hayatta yeni bîr düzenleme gerektirdi. Sadece tarımın değil, zenaatçiliğin de geliştirilmesi gereği ortaya çıktı. Kolonide özellikle eksikliği hissedilen demirhane kurularak, gerekli âletlerle donatıldı.

1848 yılından sonra gelenlerin büyük bir kısmı, paradan çok, inşaat malzemesine ihtiyaç duydular. Sultanın ormanından faydalanabilmek için, izin almaya çalıştılar. Değişik politik görüşlere sahip olan yeni göçmenlerin gelişi, kolonitsler arasında anlaşmazlığa yol açtı. Çiftlik sınırlarındaki hayvan otlatımı sırasında sık-sık sınır tartışmaları meydana geliyordu.

Kolonide hırsızlık olaylarında yakalananlar, sorgusuz koloniden ihraç ediliyorlardı. Koloni içindeki gergin durumlarda, duruma hakim olacak resmî bir kuvvet gücüne ihtiyaç duyuluyordu. Koloni içinde böyle bir görevi kimse üstlenmek istemeyince, Koscielski, Osmanlı Hükümeti'ne, jandarmanın getirilmesini teklif etti. Ama Adampol'un iç sorunlarını kendi içinde çözülmesine taraftar olan Çartoriski, bu görüşe karşı çıktı.

Koloni içinde yeni bir olgu olarak, Amerika'ya göç propagandası yapan kişilerin koloniden ihracı yoluna gidildi. Doğal olarak böyle bir propaganda, Prens Adam Çartoriski'nin koloninin geliştirilmesi politikasına ters düşüyordu.

Adam Çartoriski, Polonya'daki özel kişi ve derneklerden, asilzadelerden sağladığı para yardımlarıyla Adampol'un ayakta kalması için çalışıyordu. Mihal Çaykovski (Prens Çartoriski'nin o zamanki istanbul temsilcisi) ise, İstanbullular arasında, Adampol'un harika bir av yeri olduğu reklâmını yapmaya çalışıyordu. Böylelikle çok sayıda meraklı Adampol'e gelmeye başladı. Köyün, istanbul'a yakın olması ve Avrupa karakteri taşıması, ilgi çekmesinin başlıca nedenleri arasındaydı. Bu ziyaretçiler arasında önemli kişiler de bulunuyordu.

1847 yılında, istanbul'a konser vermek için beraberinde fransız ve ingilizlerden oluşan orkestrasıyla gelen Frans Liszt ve arkadaşları, koloninin güzelliğine ve harika manzarasına hayran kalarak, Kont Vladislav Zamoys-ki'nin anı defterine, bu güzelliği, hiçbir zaman unutmayacaklarını yazdılar.

1850 yılı sonlarında tanınmış fransız yazarı Gustav Flaubert, Mısır dönüşü, istanbul'dan Fransa'ya geçerken Adampol'e uğradı. Bu ziyaretin anılarının izlerine, yazarın "Madam Bovary" adlı romanında rastlamak mümkündür.

Drozdovskinin koloni yöneticiliği sırasında, Polonya göçmenleri arasında ülkelerinin bağımsızlığına kavuşarak yeniden kurulması umudu tekrar canlandı.

Bu sırada Batı ülkeleri ve Rusya Kırım Savaşı'na hazırlanıyorlardı. Kendilerine asker sağlamayı ve aynı zamanda Rusya'ya karşı politik bir koz olarak kullanmayı düşünen Batılı ülkeler, Polonya konusuna dikkatlerini çevirdiler.

Prens Çartoriski Kırım Savaşı vesilesi ile Polonya konusunu tekrar öne çıkarmaya çalışdı. Sonunda Batılı Ülkeler hükümetleri, Çartoriski'ye Polonya konusunun uluslararası bir toplantıda ele alınacağı vaadinde bulundular. Ama sözlerinde durmadılar. Kırım Savaşı'ndan sonra Sadık Paşa ve Kont Vladislav Zamoyski'nin grubundan 58 asker, Adampol'e yerleşti. 18 Şubat 1866 ve 1867 yılındaki kanunla yabancılara toprak alma ve yerleşme hakkı verildi.

Adampol'de zamanla siyasal zeminde kavgalar da başladı. Prens Çartoriski taraftarı muhafazakârlar ve demokratlar olmak üzere, iki grup ortaya çıkmıştı. Çartoriski, Adampol'de yeni kabul edilen Türk Hukuk Sistemi örneğine göre, bir meclis kurulmasını düşündü.

Daha önceleri haklarını savunmakta pasif olan kolonistler, aktif hale geliyorlardı. Kolonice düşüncelerini zorla kabul ettirmeye çalışan her yönetime karşı tepki gösteriliyordu. Çalıştıkları toprakların tapusunu alarak sahipliklerin belgelemek, kolonistler için en büyük problem olmuştu. Prens, toprakların tümünü çok para tutması nedeniyle satın almak istemedi. Toprakların kiralanmasını teklif etti. Anlaşmazlık büyüyüp kavga boyutlarına varınca, Osmanlı Hükümeti'nden anlaşmazlığı çözmesi için 5 jandarma gönderilmesi istendi. Bu kadar, Drozdovski aleyhtarlarının, onun temsilciliğinin olumsuz ve yetersiz olduğu görüşünü kuvvetlendirdi. Prens'e ulaştırılan şikâyetler fazlalaştı. Prens, bu durumdan hiç hoşnut değildi. Koloni içindeki anlaşmazlığın bu derece büyüdüğünü tahmin etmiyordu.

1858 yılında kolonistlere sert bir mektup yazdıysa da, pek etkili olamadı.

Demokrat grup, prensin de davranışlarını eleştirerek, kendisini sorumsuz bir kişiyi koloni yöneticisi yapmakla suçladılar,

Prens Çartoriski, sonraki mektubunda Drozdovski'ye kolonideki idarî yapıyı değiştirerek Osmanlı Hükümeti'ndeki köy yönetim sistemine benzetmek istediğini yazdı. Buna göre Prens'in aracılığı bertaraf edilerek, nahiye

konseyi ve muhtar, lazarist rahiplerle, kolonistler arasında aracılık yapacaktı. Yeni kanun, 1858 yılı 15 Ağustos'unda Prens tarafından imzalandı.

Yeni kanunda, köy sakinlerinin her birinin, güvenlik ve düzeninin sağlanmasından sorumlu olacakları maddesi bulunuyordu. Bu kanun, koloninin XIX. yy. sonuna kadar kendi kendine yönetimi ve varlığının devamını sağladı. Bu kanun, kolonide geçerli tek kanundu.

1858 yılında Albay Vladislav Jordan, (1819-1891) koloni muhtarlığına getirildi. Sonra sırayla, papaz Mihal Lavrinoviç ve Dr. Tadeu Okşa-Orzechovs-ki, 1864 yılında muhtarlık görevinde bulundular. Dr. Tadeusz Okşa-Orzec-hovski (1837-1902) savaşın sürdüğü Varşova'ya yardım sağlaması için Ro-muald Traugutt'a (Polonya Millî Hükümeti'nin şefi 1818) tarafından Türkiye'ye gönderilmiştir.

Prens Adam Çartoriski'nin 1861 yılında Ölümü, koloninin Çartoriski ailesine ilgisini azalttı. Çartoriski, sanki yakında öleceğini bilircesine koloninin güvenliğini sağlayacak olan bu kanunu gerçekleştirmişti.

Kolonide bütün topraklar, mevcut parseller gözönünde alınarak, kategorilere ayrıldı.

Gelecekte meydana gelebilecek tarla sınır anlaşmazlıklarını önlemek için, topraklar kolonistler arasında tam olarak paylaştırıldı. Herkes daha önceden sahip olduğu toprakları korudu. Yeni gelecek olanlara verilmek üzere ayrılan topraklar, Prensin temsilcisinin kontrolü altında olacaktı. Ayrıca paylaştırılan toprakların arta kalan kısmı ise Nahiye Konseyinin idaresi altında olacak, gerek duyulması halinde ise, yeni gelecek olan kolonistlere verilecekti. Bir kısım toprak parçası ise, yönetimi süresince Nahiye Muhtarının kullanımına bırakılacaktı.

Koloni sakinleri, Osmanlı Hükümeti ve nahiye konseyi tarafından kararlaştırılmış olan bir vergiyi her yıl ödemek zorundaydılar. Her toprak parçası, göçmen tarafından işlenmeye başlandıktan sonra 10 yıl süreyle lazaristlere kira ödemekten muaf idi. Koloni'de nahiye konseyi ve muhtar seçimi, çok önemliydi. Seçim her dört yılda bir yapılacaktı. Muhtar, kanunları tam olarak uygulamakla yükümlüydü. Koloni'nin arşivi ve tüm gelir gider faturaları, muhtarın sorumluluğundaydı.

Muhtar kolonide bulunmadığı zaman onun görevini, nahiye konseyinin en yaşlı üyesi, ya da seçtiği bir kişi yerine getirecekti. Nahiye konseyinin muhtarın başkanlığındaki toplantıları, idare binasında yapılıyordu. Kolonideki gerekli çalışmaların yerine getirilebilmesi için muhtara bağlı olarak çalışan orman bekçisi ve çobana, maaştan başka, bir ev küçük bir bahçe veriliyordu.

Bütün anlaşmazlık konuları nahiye konseyinde çözülüyor, muhtarın başkanlığında ve çoğunluğun kararı ile verilen ceza, para ve hapis cezası olabiliyordu. Ama nahiye konseyi genellikle taraflara öğüt verer barıştırma yoluna gidiyordu.

Toprakların tümünü Adam Çartoriski'nin ailesinin zilyetliği olarak te> eden kolonistlere ise ancak ömür boyu kiralama hakkı tanıyan kanun, işi dikleri toprakların mülkiyet hakkını bekleyen kolonistler arasında hoşnı suzluğa yol açtı. Bu kanun, gelecekte kolonistlere birçok problem çıkan Fakat koloninin kültürel kimliğinin devamına da yardımcı oldu. Kanun, kol nide idarî düzeni sağlıyor ve varlığını garanti altına alıyordu.

Koloni, kuruluşundan yirmi yıl sonra lazaristlerden hemen-hemen tam men bağımsız hâle gelmişti. Yavaş-yavaş hiçbir dış yardıma gerek duym yan, bağımsız bir köy haline geliyordu. Ama kolonistler arasında mülk ka galan hâlâ devam ediyordu.

1863 yılında Polonya'da, Ocak Ayaklanması meydana geldi, Osmar topraklarında bulunan göçmenler arasında anavatanlarının bağımsızliı için savaşma arzusu uyandı. Adampbllu bir göçmenin hatıralarına göre, sıralarda göçmenlerin hepsi çağırıldıkları an gitmek üzere hazırdılar. O: manii Hükümeti'nde ise 1831 Ekim Ayaklanması'nda olduğu gibi Polor ya'daki Ocak Ayaklamasında Çar'a duyulan geleneksel antipati nedeniylf Polonya'ya karşı sempati uyandı. Polonya Millî Hükümet üyelerinden D Tadeuz Okşa-Orzechovski, Prens Çartoriski'nin isteğiyle İstanbul'a gele Orzechovski, göçmenlerin sorunlarını iyi bildiği için istanbul'da kendini y; bancı hissetmiyordu.

1863 yılı Temmuz ayında Polonya'da ayaklanma bastırıldı, ve Mil Hükümet üyeleri Varşova'da idam edildi. Orzechovski'nin İstanbul'da! görevi de böylece sona eriyordu.

Prens Adam Çartoriski'nin ölümünden sonra, oğlu Vladislav Çartorist (Wladyslaw Czartoryski 1828-1894), Adampol topraklarının kanunî kiracıs oldu.

1864 yılında politik yoldan savaşı kazanmayı hesap eden Vladislav Çaı toriski, Batı Avrupa Ülkeleri'nin kendisi yalnız bırakmaları yüzünden geri çe kilmek zorunda kalıyordu. Polonya konusuna, dünya kamuoyunun ilgisin çekme çabaları bir kez daha başa çıkıyordu.

Göçmenler taprağa bağlandılar, sabırla ve inatla çalışarak, sonsuza ka dar oturma hakkına sahip kılındıkları toprakları iyice benimsediler. Artık bı topraklar -anayurtlarına bağımsızlık hiç geri gelmese bile- onlar için ikinci bi anavatan olmuştu.

Yeni nahiye konseyi seçiminden sonra konsey ilk defa Prens Vladisla Çartoriski'nin onayını beklemeden, Adampol topraklarının tümünün laza ristlerden satın alınması ve kolonistler arasında paylaştırılması yolunda ka rar aldı. Konu Osmanlı idarecileri ile kolonistler arasında halledilecekti, 1864 yılında lazaristler, 1842 yılında yapılan paylaştırma sırasında kendilerine ait bir kısım toprakların Adampol'e dahil edilmiş olduğu yolunda şikâyetlerini öne sürdüler. Lazaristler bu konuyu gündeme getirmek için, Adampol'un sahipsiz olduğu düşündükleri bir zamanı seçmişlerdi.

Daha sonra, ölen babasının yerine koloninin sorumluluğunu üstlenen, Çartoriski'nin oğlu Vladislav Çartoriski, lazaristlerle anlaşarak konuyu çözüme kavuşturdu. Ebedî kiracılık hakkının geçersiz kılınması Prens'i rahatsız etmiyordu; koloninin geleceğini tehlike altında bırakıyordu. Prens, koloninin varlığının sürebilmesi için iki yol olduğunu düşünüyordu: Toprakların, lazaristlerden tamamen satın alınarak Adampol'un bağımsız hale gelmesi veya fazaristlerle anlaşmanın yenilerek, ebedî kiracılık hakkının devam etmesi. 1870 yılında Paris'te Prens Vladislav Çartoriski, lazarist rahiplerin başkanıyla, yeni bir anlaşma imzaladı. Yeni anlaşmaya göre lazaristler, 10 bin frank karşılığında, Adampol topraklarını satmayı kabul ediyorlardı. Ödeme bir veya iki defada yapılacaktı.

Mukavele daha önceki tüm anlaşmaları geçersiz kılıyor; Adampol sınırlarının, lazarist topraklarından tam olarak ayrılmasını öngörüyordu.

Ama konu henüz çözümden çok uzaktı. Lazaristler anlaşmaya sadık kalmayarak fiatı yükselttiler. Çözüm zorlaştıran bir diğer etken ise, Osmanlı Hükümeti'nce anlaşmanın tasdikini sağlayacak olan avukat Dufourt Bey'in 1875 yılında ölmesi oldu.

Bu arada Türkiye ile Rusya arasında çıkması muhtemel olan savaş, yeni bir zorluk ortaya çıkarıyordu. Gergin iç durum, lazaristlerle, Paris'teki Çartoriski arasındaki haberleşmeyi olumsuz yönde etkiliyordu. Koloni'den yollanan hiçbir mektup eline geçmediği için Çartoriski, koloninin varlığından endişe duymaya başlamıştı.

Nihayet 1880 yılında Prens, Adampol topraklarının lazaristlerden satın alındığını belgeleyen mektubu aldı.

1881 yılında Osmanlı Hükümeti, alım işlemini resmen tanıdı. 1882 yılında koloni toprakları, Osmanlı Hükümeti tarafından imzalanan j tapuyla, Çartoriski'ye satışı belgeleniyordu. Fakat bu kez de tercüme hatası l yüzünden bir anlaşmazlık ortaya çıktıysa da, 1883 yılında düzeltilerek kabul edildi.

Prens Çartoriski, koloniyi yok olmaktan kurtarmak için araziyi lazaristlerden satın almıştı. Bunu maddî kâr sağlamak amacı ile değil, kolonistlerin /toprakların sahibi olmaları için yapmıştı. Bu ideal, ona hayatı boyunca eşlik etmişti.

Adampol topraklarının, bir polonyalı tarafından satın alınmasından sonra, köy, dünyada Polonyalıların oturduğu ve yabancı yönetimin karışmadığı, tek yer oluyordu. Kolonistlerin inatçılığı ve Adampol'de kalmak için direnmeleri, lazarist rahiplerinin kendi topraklarından da çekilmelerine sebep oldu.

Kolonide, daha önce kararlaştırılan kurallar geçerli oldu. Kolonisîler toprakların kullanım hakkına sahip olduklarını kanıtlayan belgeyi uzun bir süre daha, alamadılar. Prens Vladislav Çartoriski, Adampol'un parçalanmaması için çok güç sarfetti. Onun sayesinde Adampol bugüne kadar Polonya Kolonisi olarak süre gelmiştir. Koloninin Osmanlı Hükümeti'nden bağımsız idaresi ve ekonomisi, koloninin durumunu zorlaşîırıyordu. Osmanlı Hükümeti 1858 yılından sonra koloninin varlığına ve sorunlarına ilgisiz kaldı.

1883 yılında Prens Vladislav Çartoriski, Adampol'u satın aldığı zaman, Fransız Büyük Elçiliği'ntn, koloniyi korumaya devam edeceğini düşünüyordu. Yeni Osmanlı hukuku ise, yabancıların taşınmaz mülklerinin Osmanlı kanunlarına bağlf olacağını kabul ediyordu.

1885 yılında kolonistlerin bir kısmı, mülklerinin geleceğinden emin olmadıkları için, Sultanın uyruğunda, vatandaşlığı kabul ederek, Osmanlı Hükümeti vilâyet idaresinden, sahiplik unvanını aldılar. Kolonistlerin aralarındaki bölünmeler devam etti. Osmanlı Hükümeti memurları, vergi toplamak için (ödeneceğinden şüpheli olmalarına rağmen), koloniye geldiler.

Kolonistler arasında, verginin kimin adına ödeneceği konusundaki tartışmalar, kavgaya dönüştü. Bir kısmı hâlâ fransızların korunması altında idi. Diğerleri buna karşı idiler. Bir kısmı kendi adlarına, diğer kısmı idarenin aracılığıyla Çartoriski adına Osmanlı Hükümeti'ne vergi ödemek istediler.

1860 yılında, Adampol köyünün ortasından, karşılarda engin bir tarla manzarası olan geniş bir yol geçiyordu.

Sonbahar yağmurları sırasında, çamur ve balçık nedeniyle yoldan geçmek zor oluyordu. Daha sonra köyden geçen bu yol düzeltildi. Ormanın yanına yeni bir yol yapıldı. Yolun iki tarafında, kolonistlerin evleri ve ahırları bulunuyordu.

Evlerin damları Polonya'da olduğu gibi saman değil, hasırla Kaplıydı.

Evler genel olarak ahıra bitişik olarak, nadiren de samanlığa bitişik olarak yapılıyordu. Her evin etrafında ahşap parmaklıklı kendi bahçesi bulunuyordu. Bahçelerde şeftali, üzüm, İncir yetiştiriliyordu. At, inek, keçi besleniyordu. Verimli yıllarda süt ürünleri, peynir ve tereyağ istanbul'da satılıyordu.

Kolonide, en çok tahıl ve patates üretimi yapılıyordu. 1861 yılı verimsiz bir yıl oldu. Kolonide, açlık baş gösterdi.

Kolonideki evler, iyi durumda değildi. Özellikle yönetim binası, çok kötü bir durumda idi. Hasır dam tamamen çürümüş, yağmurdan ve soğuktan korumuyordu; duvarlar da çürümeğe başlamıştı. Çiftlik binaları da benzer durumdaydı. Prens Vladislav Çartoriski, koloninin bakımlı olmasını, kendi Varlığını hatırlatması açısından özellikle istiyordu. Ama koloni bir cennet olmadığı gibi, koloni sakinleri de birer melek değildiler. Kolonistler arasında kıskançlıklar, dedikodu ve nefret de bulunuyordu.

Bütün bu olaylar türklerin Polonya kolonisine ilgisini çekiyordu. Koloninin gelişme hızını arttıran bir olgu, yeni kişilerin gelişiydi. Yeni gelen polonyalılar sayesinde koloninin gelişmesi devam ediyordu.

XIX. yüzyıl sonunda kolonide, halkın durumu dengelenmeye başladı. Gelenlerin bir kısmı için Adampo! artık başlangıçtaki ilginçliğini yitirmişti. 6u nedenle, özellikle yalnız kişiler için, Adampol'deki yaşamlarını sürdürmek aile kurmalarına bağlı kalmıştı. Polonya kültürünün devamını sağlayacakları düşünülerek, kolonideki bekârlarla evlendirilmek üzere, Polonya'dan genç kız gönderilmesi için Paris'e ricada bulunuldu.

Bu konu ile Contesse Yadviga Zamoyska (General Vladislav Zamoys-ki'nin eşi), ilgilendi. Poznan yakınındaki Komikten Mihaline, Marta ve Kata-jina (Michalina, Marta ve Katarzyni) adlı üç kız geldi. Geldikleri yıl üç nikâh kıyılarak, 3 kolonistin eşi oldular.

Yeni kurulan, Türkiye Cumhuriyet Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk'ün, koloniyi ziyareti koloni sakinleri için, büyük bir olay oldu. Basın bu ziyarete yer vererek, köyün mamur durumunun ve köylülerin çalışkanlığının Atatürk tarafından beğenildiğini belirtti. Koloni Türkiye'de, iç barışa yönelik azınlık bir grup olması nedeniyle de Atatürk'ün sevgisini kazanmıştı.

1953 yılında koloniyi Başpiskopos Gavlina ziyaret etti. Daha sonra Vatikan temsilcisi, Angelo Giuseppe Roncalli (sonraki Papa XXIII. Jan) köye ziyaretlerde bulundu.

Prens Çartoriski'nin asıl amacı, polonyalı göçmenlerin ve esirlikten kurtarılanların koloni kurularak yerleştirilmesiydi. Prensin hesaplarına göre, Polonya bağımsızlığına kavuşana kadar, istanbul'daki Polonya Temsilciliği, anavatanından uzaktaki polonyalıîarm, kolonide barınmalarını ve güvenliklerini sağlayacaktı. Bu açıdan politik amaca ulaşılmıştı. Ama kolonisîler köye geçici bir barınak gözüyle bakmadılar, işledikleri topraklara bağlılıkları çokfazlayldı. Gittikçe, yerleştikleri ve çalıştıkları bu toprakları iyice benimseyerek, kendi istekleriyle terketmeyi asla düşünmediler.

Köy'ün, Polonya karakterinin korunması için en önemli unsur, kolonide doğup yetişen, yeni kuşak çocukların eğitim ve öğretimi idi. Öğretim ana babalar tarafından evlerde veriliyordu. Öğretenlerin kendilerinin ancak okuma yazma bilecek derecede olmaları, çocuklar için yeterli olmuyordu.

Adampol'da, Polonya dilinin devamının sağlanmasında esas unsur, kilisenin etkisi idi. Din dersleri, genellikle bütün âyinler ve törenler, Polonya dilinde oluyordu. Dinî eğitim, gelip giden polonyalı papazların elinde idi.

1893 yılında kilise, papaz evi, ve okul inşaatı konusu yeniden ortaya çıktı. Eski küçük kilise zelzeleden sonra tamamen yıkıntı haline gelmişti. Adampol'lular yeni kilise için para topladılar. Adampol'u ziyaret eden misafirler de bu amaçla bağışta bulundular. 1910 yılında Kontes Helena Zborovvski Polonya'ya döndükten sonra kilise ve papaz evi inşaatı için para toplanmasını sağlamaya çalıştı. İstanbul'dan da papazlar geliyordu.

1912 senesinde kilisenin inşaatına başlandı. O zamanki baş papaz, Aleksi Şiara idi. Kilisenin projesini Polonya'da oturan mimar N. Slivvinski çizdi. Kilise papaz eviyle birlikte 1914 yılında bitti.

Birinci Dünya Savaşı'nda Türk Ordusu, kiliseyi karargâh olarak kullandı. 1918 yılında Adampol'lular binayı yenilediler. Papaz evi aynı zamanda okul olarak kullanıldı. Çocukların ilkokul seviyesindeki öğretimi ve kolonistlerin dinî himayesini sağlamak için, bütün olanaklar kulanıldı. Polonya dilinin korunması ve günlük kullanımında düzeltilmesi, her şeyden önce anavatanla bağların koparılmaması için gerekliydi. Kolonistlerin bütün gayretleri, koloninin dışarıdan gelecek bütün yabancı etkilere kapalı olmasını sağlama yolundaydı. Kolonistler, toprağa kendi mallarıymış gibi baktılar; mümkün olduğu kadar fazla üretici olmaya çalıştılar.

1894 yılında Prens Vladislav Çartoriski'nin ölümüyle, koloninin kanunî hakları konusu iyice karıştı. Prens Vladislav Çartoriski fransız vatandaşı idi, varisi küçük oğlu Adam ise, Avusturya uyrukluydu. Bu konuyu göz önüne alan Fransız Büyükelçiliği, Adampol'un hamiliğinden vazgeçti.

O zamanlar, Avusturya'nın istanbul Konsolosu, Polonya asıllı Starzynski idi. Adampol'la resmî olmayarak ilgilenen Kruszevvski (A. Rotter-Eger) Starzynski'ye Adampol'la ilgilenmesi için ricada bulundu. Prens Viadislav'ın oğlu Adam da, Avusturya vatandaşı olması nedeniyle Starzynski'de n ricada bulundu. Her türlü korumadan mahrum olan kolonistler de Avusturya Büyükelçiliğime kendilerini himayesine alması için başvurdular.

1904 yılında, Avusturya Konsotosluğu'ndan gelen memurlar, durumu yerinde görüp, sadece Prens Adam'a ait topraklara Osmanlı Hükümeti tarafından el konulmasına karşı çıkabileceklerini, ama Osmanlı vatandaşlığını kabul eden kişilerin toprakları için hiçbir şey yapamıyacaklannı bildirdi-ler.Osmanlı yönetimi ise, kolonistlerin kendi vatandaşı olduğu konusunda ısrar etmedi ve topraklara el koyma girişiminde bulunmadı.

Genç Türk devrimi (1908) Adampol'un temsilini zorlaştırdı. Yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti ise, Osmanlı Hükümeti'ne son verirken, Adampol sakinlerinin bütün sorunlarına da çözüm getirdi. 1908'in Genç Türkler1! devrimi gerçekleştirdikten hemen sonra Polonyalılara olan sempatilerini belirttiler ve bir zamanlar polonyah şair Adam Mickieviç'in oturduğu, istanbul'da Beyoğlu'nda Tatlı Badem Sokağı'ndaki eve, şairin anısına bir levha astılar.

Günümüzde bu ev Mickieviç Müzesi olarak korunmaktadır. II. Dünya Savaşı sırasında 1940 yılı Haziran'mda Fransa'nın düşmesinden sonra Paris'te bulunan polonyalı genç subaylar, orduda kendilerine "Genç Türkler", adı altında gizli bir hareket yürüttüler. "Genç Türkler", Paris'te birkaç kişiydiler, İngiltere'de (1940-1944) daha fazla sayıda bulunuyorlardı.

İstiklâl Savaşı'ndan sonra, karşılıklı anlaşmalar gereğince, yunan asıllı halk Türkiye'yi terk edecek, Yunanistan'daki türkler, Türkiye'ye gelecekti. Böylece, Polonya kolonisine komşu olan Yunan köyü boşaldı.

Birinci Dünya Savaşı sırasında eşkiya çeteleri, Adampol köyünün korku kaynağı olmuştu. 1926 yılında Adampol'a eşkiyalar tarafından baskın yapıldı. Kofonistlerin / uyanıklılığı aynı zamanda ve Türk Jandarması'nın zamanında ve kararlı hareket etmesiyle baskın, zararsız atlatıldı. Savaş yangınlarından sonra evler harap oldu, ekonomik kayıp çok büyüktü. Koloni, tarım kolonisi karakterini koruyor: arpa, buğday, mısır yetiştiriliyordu. Aynı zamanda avcılık uğraşı, Adampol'a iyi gelir sağlıyordu. Vahşi ve evcil domuz derisinden yapılan eşyalar, İstanbul'da satılıyordu.

XIX. yüzyılda, büyükbaş hayvan yetiştirilmesi önem kazanmıştı, ama yeterli miktarda çayır ve otlak bulunmadığı için, büyükbaş hayvancılıktan vaz geçilerek, kümes hayvanları ve süt ürünleri üretimine geçildi.

XIX. yy.'da pansiyonculuk, Adampol'da yeni ve önemli bir gelir kaynağı olmaya başlamıştı. Tam ve yarım pansiyon olmak üzere, misafirlere odalar kiralanmaya başlandı. Ayrıca, yakacak odun ve odun kömürü satışından da gelir sağlanıyordu.

1918 yılında Polonya Devleti kuruldu. Polonya ile Türkiye arasında uzun yıllardan beri süre gelen dostluk, 1923 yılında da geçerliydi ve köyün güvenliğini sağladı. 1926 yılındaki kanunla, yabancıların çiftlik ve köylerde mütk almaları ve yerleşmeleri yasaklanıyordu.

Türkiye'de, türk vatandaşlığını kabul eden polonyalılar, Polonya vatandışlığını kaybediyorlardı. Polonya Konsolosluğunda, adampollular, türk vatandaşlığına geçmelerinin engellenmesinin sun'î olduğu düşünülerek bu girişimden vazgeçildi. Polonya Dışişleri Bakanlığı ikinci harpten evvel Türkiye'de oturan polonyalı göçmenlerin türk vatandaşlığına geçmelerini onayladığını, İstanbul'daki Polonya Konsolosluğu'na bildirdi. Böylelikle Polonya yönetimi de, Türkiye Cumhuriyeti'nin bu kararı onaylıyordu.

İkinci dünya Savaşı'nın çıkmasıyla Türkiye'de meydana gelen ekonomik kriz, tabiî Adampol'u da etkiledi. II. Savaştan sonra, yeni kuşak Adampollular için genel refahın gelişmesi ile birlikte, köy, özellikle gençlere yetersiz gelmeye başlamıştı.Bu nedenle başka yerlerde şanslarını denemek için, atalarının geleneklerini sürdürerek, göç etmeye başladılar. Adampol'da nüfus artışına karşılık toprağın yetersiz kalması nedeniyle, köy nüfusunun büyük kısmı göç etmeye başladı. Göç edenlerin yerine, türkler gelmeye ve yerleşmeye koyuldu. 1975 yılında Adampol'da, on türk çiftliği bulunuyordu.

Çartoriski'nin evlâtlarının haklarından feragat etmelerinden sonra, kolo-nistler topraklarının tapusunu aldılar. Daha sonra topraklan satarak, meslek edinmek ve eğitim görmek için, İstanbul içine göç etmeye başladılar. Bir kısmı ise Amerika'ya, Batı Almanya'ya, Avustralya'ya göç ettiler.

Özetle söylenecek olursa, Adampol, politik çalışmaları açısından düşmanlarından saklanmak zorunda kalan, anavatanlarının parçalandığını kabul etmeyen ve işgal altında yaşamak istemeyen polonyahlar için, Osmanlı Devleti'nde bir sığınak olmuştu.

Tatarların bir zamanlar Eski Polonya'ya sığınmalarında olduğu gibi çeşitli nedenlerle polonyalı göçmenler de Osmanlı Devleti'ne sığındılar.

Daha önce söylediğimiz gibi ilk adampollular Rus Ordusu'na zorla alınan asker kaçaklarıydı. Köle olarak satılmaları işkencelerinin devamıydı. Kölelikten satın alındıktan sonra Adampol'a sığındılar. Başlangıçta onlar için çok iyi bir yer değildi. Ama daha sonra kolonistler, zorluklan hatırlamak istemediler. En çok kolonide kısa süre kalan kişiler tarafından koloni hakkında çok sayıda efsane anlatıldı. Onlara koloni, zengin, sakin ve düzenli, küçük bir Polonya gibi geliyordu. Koloninin görünüşü, Polonya'daki tipik bir Karpat köyünü hatırlatıyordu. Aynı zamanda doğanın görünüşü ve dağın eteklerindeki orman ve göz alabildiğine uzanan yeşillikler de, Karpat dağının eteklerini hatırlatıyordu.

Polonezköyü sakinleri Polonya asıllı olduklarını unutmuyorlardı ama, , Türkiye'ye ve her günkü yaşantılarına öylesine bağlanmışlardı ki, Polonya onlar için artık uzak bir hayal olmuştu. Ve koloni gerçekten, 150 yıllık varlığı ile küçük Polonya izlenimini uyandırıyordu. Yumuşak bir yokuşla geçilen sık ormanlık, evlerin kapısında asılı olan dinî sözcüklü levhalar, bir tepedeki Polonya mezarlığı, kilise, çan kulesi, her şey, Polonya'yı hatırlatıyordu. Kullanılan Polonya dili, eski idi. Çünkü anne ve babalarının zamanındaki şekliyle kalmıştı.

Türkiye'de 1950-1960 yıllarında sanayide kaydedilen büyük gelişme ile, Polonya köyü ile ekonomik ilişkiler fazlalaştı. O zamana kadar sadece bir kaç çeşit ürün istanbul'da satılıyordu. Sonra koloninin ekonomik karakteri değişerek, tarım karakteri, yerini turistik fonksiyona bıraktı. Bu değişiklik, istanbullular İçin çok çekici oldu. Adampolluları ise daha konforlu hayat şartları sağlamaya zorladı. Bazıları sırf gelecek konuklar için olmak üzere, yeni evler yapıldı.

Polonya karakterinin korunmasında Polonya dilinin canlılığını koruması, kolonide en önemli unsurdu. Başlangıçta kolonistler yalnız lehçe dilinde konuştular, yeni nesil çok iyi türkçe konuşuyordu. Şimdi İstanbul okullarında öğretilen bir kaç yabancı dili kullanıyorlardı. Kolonideki Polonya kültürünün korunması, günlük hayatta Polonya tipi yaşam tarzının sürdürülmesi, millî ve dînî bayramların yıldönümlerinin kutlanmasıyla sağlandı.

Bazıları ise koloninin Polonya karakterinin korunmasını, asıl tarım yapısına bağlıyorlar. Bilindiği gibi Polonyalıların hemen hepsi tarlada çalışıyorlardı ve Polonya bir tarım ülkesiydi. "Polska" (Polonya) adı bile, poiestarla veya tarımdan gelmektedir. Adampollulara mülkiyet hakkının tanınmasından sonra koloninin sırf Polonya karakteri kaybolmaya başlamıştır, denilebilir.

Çünkü mülkiyet hakkını elde edince, kimi aileler topraklarını satıp gitmeye başladılar. Kalanlar da türk nüfus ile kaynaştılar. Adampol, Türkiye'de, tıpkı tatar halkının Polonya'daki durumu gibi, egzotik küçük bir halk ve ayrı bir dînî grup idi. Tatarlar eski Polonya'nın doğusunda yaşadılar. Onların da kaynaşmalarını önleyen en önemli unsur, din idi. Adampol kolonistleri kendi topluluklarında yaşayan türk vatandaşları idiler. XVI. yüzyılının yarısında Polonya'da oturan tatarlar 7000'i aşıyordu; XVII. yüzyılda 9000 kişiye ulaşmıştı. Polonezköyü'nde ise en kalabalık olduğu zaman bile ancak 250 polonyalı kolonist vardı. Buna karşılık XIX. yüzyılda Türkiye'de seyahat eden veya kısa bir süre için oturan Polonyalıların sayısı ise, çok daha fazla idi.

Son olarak şunu söylemek mümkün: Polonezköyü-Adampol, bir çeşit skansen-müze, daha da fazlası canlı bir müze gibi, Polonya tarihini yansıttığı için, Polonyalılara da oldukça ilginç ve sempatik gelmiştir. Bugün hâlâ "Polonezköyü" adı, her polonyalının kulağını okşamakta, görme isteği uyandırmaktadır.

İstanbul sınırları içinde ise bambaşka bir atmosfere sahip olan bu köy, her zaman bir dostluk ve sevgi hâlesi içinde yer almış, sık sık ziyaret edilmiş ve gönülden benimsenmiştir.

         
  • 1989 Yılı Dönemi

 

1850'ler-1959'lar arasında 100 yıl aşağı-yukarı aynı bir karakter içinde kalan Köy, 1960'laM980'ler arasında, iki gelişmenin içine girdi: Yeni kuşaklar, çoğu iyi bir öğrenim yapmış olarak, Köyden ayrıldı, ya İstanbul'a yerleşti, ya da yurt dışına dağıldı, ikinci değişiklik olarak, burada bazı varlıklı kişiler modern üslûpta villalacyaptırdılar. Bu modernizm, tarihî havayı olumsuz etkiledi. Fakat peyzaj, kökten değişmiş olmadı.

1989 yılı, Köyün 100 yıllık tarihinde yepyeni bir çığırın ilk işaretlerini verdi: Yeni 2. Boğaziçi Köprüsü'nün, bu yakaya gelişleri çok kolaylaştırması. Artık Taksimden, sadece 1/2 saatte, otomobille Polonez'e ulaşabiliyor. Bu imkân, yerleşim ve yapılaşma kapılarını ardına kadar açınca, spekülatörler, ve yatırımcılar kasalarını açmaya ve mimarî büroları da, projelerini masalara yaymaya başladılar.

Bu tazyik karşısında, Beykoz'un yeni Belediyesi, önlemler hazırlamak gereğini duydu. Başkan Avukat Şevket Arıkan ve İmar Planlama Müdiresi Emel Alper, detaylı, yani 1/1000 ölçekli bir imar uygulama plânı hazırlıklarına başlarken, 22/7/1989 tarihinde, Köyde bir açık toplantı da düzenlediler.

Bu bölümde, bu ilginç ve tarihî günden, özetler veriyoruz. Toplantıda Köy Muhtarı Frederick Novicki, Köyün eski halkı olarak, 3-4 dönümün altında parsel oluşmasına taraftar olmadıklarını, inşaatların ev-villâ ölçeğinde kalmasını arzu ettiklerini ve 3-4 dönümün altındaki parsellerde inşaat istemediklerini belirtti ve Köyün su, ve kanalizasyon olmak üzere, başlıca 2 büyük derdine çâre bulunmasını istedi.

Bazı konuşmacılar, çevrede gecekondu oluşmasının ve kanunsuz yerleşmelerin durdurulması gereğini belirtti. Bir-iki mimar da, yeni ihtiyaçların üzerinde durdu ve villâ yapımının bir gereksinim olduğunu bildirdi.

Aşağıda, bu konuşmalardan 3'ünün özetini veriyoruz. Başkan'ın, İmar Planlama Müdürünün ve Çelik Gülersoy'un.

Gelişmelerin Polonezköyüne ne getireceğini, zaman gösterecek. Köyün karakterlerinin sürmesini isteyen bu 3 konuşmacı mı, yoksa Levent tipi mahalle yerleşimlerini hazırlatanlar mı, galip gelecek? Onu, sosyal ve ekonomik şartlar ile, ülkenin, ve şehrin doğrultusu belirleyecek.

Ama kitabımızın bu bölümü, Köyün 100 yıllık geçmişi içinde yaşanan kritik bir yılın tarihini yazmaya yarayacak bir belge niteliğindedir. 22.7.1989 Cumartesi günü, Polonezköyü ilkokulunun bahçesinde, Beykoz Belediyesi ve Mimarlar Odası İstanbul Şubesi işbirliği ile, bir toplantı düzenlendi.

Toplantıya Beykoz Belediyesi Başkanı, ve imar Planlama Müdürü, Mimarlar Odası Başkanı Yücel Gürsel, Büyük Şehir Belediyesi Başkan Danışmanı Mahmut Erdem, Çelik Gülersoy, istanbul Turizm Müdürlüğü, Türkiye Çevre Koruma ve Yeşillendirme Derneği, Doğal Hayatı Koruma Derneği, Yeşiller Partisi temsilcileri ile Polonezköyü ve çevre köyleri muhtarları ve Polonezköylüler katıldı.

Toplatırım açış konuşmasını Beykoz Belediye Başkanı Şevket Arıkan yaptı:

"Beykoz'un, Türkiye'nin en büyük metropolü olan istanbul'un akciğeri olması nedeni ile, metropolde yaşayan tüm insanların, Beykoz'daki bir dala, bir yaprağa, bir ağaca ihtiyacı olduğu bilincindeyiz. Bugün Beykoz'un 21.500 hektar alanlı "mücavir alanının" büyük bölümü, ormanla kaplıdır. Beykoz'un ulaşım yönünden Anadolu yakasının uç noktasında olması, doğal özellik ve güzelliklerinin uzun korunabilmesini sağlarken, bölgenin sosyo-ekonomik yapısı da, aynı ölçüde geri kalmıştır. Bugün 2. Boğaz geçişi, Beykoz ilçesinin kırsal kesimine istanbul bütünü içinde yepyeni bir konum kazandırırken, planlama sürecindeki gecikmeler, bu kazancın bölge yararına kullanılmasını engellemektedir. Bunun bilincinde ofmamız nedeni iledir ki, 2. Boğaz geçişinin Beykoz'a kazandırdığının, belli ellere ve spekülatörlere, kaymasını önlemeye çalışacağız. Bizim şeffaf belediyecilik anlayışımız, yönetimin her aşamasında olduğu gibi, planlama uygulama ve denetim aşamalarında da, bölge halkının açık katılımını sağlamak, düşünce ve görüşlerini almak, uzmanlarca yapılan çalışma ve alınan kararları her aşamada bölge halkının bilgisine sunmak doğrultusundadır. Beykoz Belediyesi olarak, bunda kararlıyız. Masa başında, yasaların bize verdiği yetkileri, sizin bilginiz dışında kullanmayacağız. Bugün buraya heyet halinde geldik. Bize dileklerinizi bildirin. Plan hazırlıyoruz, imar plânında bu dileklere uyalım. Biz bu doğa harikası ormanlarımızı, yeşilimizi, yaprağımızı, bundan yararlanan tüm istanbul halkının desteği olmadıkça, koruyamayız. O nedenle, Beykoz'un mücavir alanının korunmasında, tüm İstanbul'un desteğini istiyorum."

Beykoz Belediyesi İmar ve Planlama Müdürü Emel Alper, Beykoz Belediyesi mücavir alanı ve Polonezköyün yürürlükteki imar planlan ve İmar uygulamaları hakkında, şu Özet bilgileri verdi:

"Beykoz Belediyesi mücavir alanı olarak adlandırılan bölge, yaklaşık 21.500 hektar alan kaplamaktadır ve bu alan içinde, 2'si orman köyü olmak üzere, 11 köy yer almaktadır.

9 köyün yerleşik alanı ve gelişme alanlarının toplam alanı, 580 hektardır. 21.500 hektar alanlı mücavir alanın %75 ten fazla bölümü, devlet ormanı niteliğindedir, ve bu alanlarda kesin yapılanma yasağı bulunmaktadır.

Bölge bütününde, 1/25.000 ölçekli çevre düzeni nazım plânı ile uygulama yapılmaktadır. Ancak, bu planlar, ölçeği ve özellikleri ile, ancak planlama sürecinin diğer aşamaları olan 1/5000 ve 1/1000 ölçekli planların ana ilkelerini belirleyen planlar olduğundan, 1/25.000 ölçekli planla İmar uygulaması yapılması, önemli sorunlar doğurmaktadır.

Söz konusu 1/25.000 ölçekli plânda, Polonezköyü "Turizm ve 2. konut alanı" olarak tarif edilmiş ve bölgede turizm amaçlı yapılanmaların teşviki Ön görülmüştür.

Polonezköyü yerleşik alanı ve gelişme alanı toplamı, 125 hektardır. Bugün bölge halkından gelen isteklerin bir bölümü, Polonezköyün doğal özellikleri ve geleneksel dokusunu koruyan bir yapılanma düzeninden yanadır. Bazı kesimlerden ise, kısa vâdede arazi rantının arttırılmasını amaçlayan, Levent örneği, bahçeli ev sistemi yapılanma düzeninden yana projeler gelmektedir.

Biz, bölge için en doğru ve en yararlı kararların, doğa değerleri ve Polonezköye adını veren özelliklerin korunarak, yörenin değerini arttırıcı yönde teşviklerle, bölge halkı ve uzman kurum ve kuruluşların katılımı ile, bulunabileceği görüşü ile bu toplantıyı düzenlemiş bulunuyoruz. Bugünkü sohbet toplantısının yaratacağı ivme ile, devam edecek çalışmalar aşama aşama tekrarlanacak toplantılarda tartışılarak sonuca varılacaktır".

 

  • Günümüzde Polonezköy

 

Bir taşra atmosferinde yemek yemek, trafik kargaşasından uzak bir yürüyüş yapmak istiyorsanız, Beykoz'a 24 km. uzaklıktaki bu şirin, bot yeşillik içindeki Polonezköyü'nde birkaç saat geçirebilirsiniz.

Türkiye'de polonyalıların yaşadığı bu köy, sosyolojik ve coğrafi açıdan, ilk duyuşta insana biraz çarpıcı geliyor, işte burası İstanbul'un en güzel sürprizlerinden biridir.

Polonezköyü'ne İstanbul'dan yakın zamana kadar biri Alemdağ'dan diğeri Beykoz'dan olmak üzere iki yoldan gidilirdi. Fatih Sultan Mehmet köprüsü ve buna bağlı çevre yollarının tamamlanmasıyla bugün Kavacık'dan da köye ulaşılabilmektedir. Diğerlerine nazaran daha kısa olan bu yeni yol, ilkokul ile Gülay Otel'in bulunduğu, köyün kuzey kısmındaki alt girişten sizi köy meydanına çıkarır. Beykoz'dan başlıyan yol ise, 24 km. sonra sizi mezarlık ve kilise arasından kıvrılarak bir çatal ağzına getirir. Çatal ağzının iki yanı da biraz ileride köy alanını kucaklar. Sağda solda, alçak tahta parmaklıkların çevrelediği çiçekli bahçelerde, çoğu beton, bazıları da ahşap kaplamalı ikişer katlı Polonez evleri görülür. Köyün, Beykoz tarafındaki yolunun kıraçlığına karşılık Polonez'i çevreleyen çiçekli bahçelerde, çoğu beton, bazıları da ahşap kaplamalı ikişer katlı Polonez evleri görülür. Köyün Beykoz tarafındaki yolunun kıraçlığına karşılık Polonez'i çevreleyen o yemyeşil doku, yer-yer bu çiçekli bahçelere kadar sokulur. Kekik kokularına çeşitli çiçek kokularının karıştığı yerlerdir bu bahçeler.. Çiçekli çardakların süslediği bu bahçelerde tahta masa ve iskemlelerde, polonezliler yemek servisi yaparlar. Bu iki katlı evlerin alt katları, mutfak ve kiler görevi görür. Üst katları ise pansiyondur. Yol boyunca uzanan bahçeli evlerin hemen hepsinin kapısında "pansiyon-yemek" yazılı tabelalar asılıdır ve ev sahipleri de size hiçbir şey sormadan birkaç saatliğine odalarında misafir etmeğe hazırdırlar.

Yalnız bu köy yakın dönemde birtakım özelliklerini yitirmeye başlamıştır. Köyü ilk kuranların torunları yurt dışına göçmüş, evler türkler tarafından satın alınmış, özgün mimari özellikleri ortadan kalkmaya başlamıştır, sessizlik ve sükûnet de, çok yakın bir zamanda yerini kalabalık ve gürültüye bırakmaya adaydır. Sürecin kendisini tamamlaması halinde, gelecek kuşaklara yöre özelliklerinden çok şeyin aktarılamayacağı kesindir. Artık Polonez'de de ibrahim Uyakçok'un yaptırtmış olduğu Gülay Oteli'nden zaman-zaman gelen arabesk müzik duyulmaktadır.

Beykoz tapusunda 1298 tarih, 16 cilt, 56 sayfa ve 32 sıra numarasında kayıtlı bulunan bu köyün, 550 hektarı baltalık orman, 138 hektarı tarım arazisi, 50 hektarı da koru ormanıdır. Orman, 1945 yılında 4785 sayılı yasa ile devlete geçmiştir. Bugün meşe baltalıkları Orman idaresi tarafından çeşitli çam türleriyle ağaçlandırılmaktadır. Eskiden ormanlık alan daha da genişlemiş 1914'de İstanbul-Ankara demiryolu yapılırken, 150 senelik meşeler kesilmiş ve travers yapımında kullanılmış. Bu ormanlar Polonez'den itibaren az çok genişleyen bir şerit halinde doğuda Sakarya'ya kadar uzanır. Buradan da Bolu ve Kastamonu'ya ulaşan Çamdağ ormanlarına kavuşur.

Eski polonezliler, "Türkiye'nin ilk pansiyoncuları biziz" diyorlar. Ama o günlerden bu yana, daha doğrusu çok kısa bir zaman sürecinin içinde çok şey değişti. Çok değil bundan 10-15 yıl öncesinde Polonez'e gelenleri milli giysiler içindeki kızlar karşılar, vişne, kiraz, elma ve armut ağaçlarının altındaki tertemiz masalarda size özel yemekleri olan mantarlı ve beykınh kabarık moletleri ile lahana turşusu, domuz pirzolası ikram ederlerdi. Doğu Avrupa sîtiiindeki, ahşap çatıları sazla kaptı çiftilk ambarları ve avlularında birbirini kovalayan domuzların yerini tavuk ve hindiler, eski spesiyalitelerinin yerini de, kızarmış tavuk, patates ve fasuyle almıştır bugün.. Yalnız polonezliler, hâlen yoğurtlarını, yumurtalarını, tereyağlarını, köy peynirlerini ve ekşi kremalarını, İstanbul'un bazı dükkânlarında pazarlıyorlar.

Pansiyonculuğu yanında ziraat ve hayvancılık da ikinci bir gelir kaynakları.. Evvelce ormanlarda geniş çapta avcılık da yapılıyormuş. Bilhassa yaban domuzu ve karaca.. Bugün pek hayvan kalmadığı için, Polonez erkekleri bu işi bir hobi olarak sürdürüyorlar.

Köyün bir evvelki muhtarı Edek, 65 yaşın üstünde ve hâlâ çok dinç. Hergün arabasıyla Beykoz'a iniyor, pansiyonunun ihtiyaçlarını alıyor, çiftliğiyle uğraşıyor. Birkaç yabancı dili iyi bilen Edek, orta öğrenimini İstanbul'da Saint Joseph'de yapmış, sonra Fransa'ya giderek ziraat teknisyenliği tahsilini tamamlamış. Babası Çanakkale Savaşı'na katılmış, onunla beraber köyden dokuz genç daha gitmiş bu savaşa. Fakat Edek'in babasından başka dönen olmamış.

Köylülerin ve Edek'in hâtıralarındaki en önemli olay 1935'te Atatürk'ün köyü ziyareti. Bunu bugün de her polonezli İftiharla söylüyor ve "Bizi Türk vatandaşlığına o kabul etti. Atatürk'e Polonezköyü, varlığını borçludur" diyorlar. Atatürk maiyeti ile köye geldiğinde, yol çok bozuk ve elektrik de yokmuş. O gece köyde Atatürk'ün şerefine büyük bir eğlence düzenlemiş. Atatürk o gece çok neşeliymiş ve köyün güzel kızlarından biri olan Kamilça ite danset-mis. Kamilça, daha sonra bir türkle evlenerek İstanbul'a yerleşmiş. Atatürk o gece Edek'in babasının işlettiği pansiyonda kalmış. Bugün bu odada Atatürk'ün bir portresi asılıdır.

Köyün bugünkü muhtarı ise 40 yaşlarındaki Frederick Novicki'dir. O da kendisinden evvelki muhtar gibi dört dil biliyor ve görevinin yanında bütün polonezliler gibi pansiyonculuk yapıyor.

Polonezköyü'ne alt yapı hizmetleri çok geç girmiş, tozlu ve bozuk yolu 1961'de yapılmış. Elektrik 1973'de gelmiş. Telefon bugün aşağı yukarı her evde var. 9-1839 kot ile tam otomatik olarak çalışıyor. Böylece İstanbul'dan pansiyonlara rezervasyon yaptırmak da çok kolaylaşmış oluyor. 1968 yılına kadar hiç kimsenin tapusu yokmuş ve bu yüzden de yabancıya satış ya-pamıyorlarmış. Bu tarihte kadastro geçince, polonezliler çiftliklerini, evlerini satıp, Amerika, Avustralya, ve Almanya'ya gitmeye başlamışlar. Türklerin yerleşmeleri de bu tarihten sonra başlamış. Bugün Polonez'de irili ufaklı birçok villa var. Bunların bazıları da tanınmış kişilere ait, Nihat Boytüzün, Erol Simavi, Haldun Simavi, Erol Evgin, Metin Akpınar, Haldun Dormen gibi. Bugün köyün 1/3 ü potonezlilerin 2/3 ü türklerin mülkiyetinde. Muhtar Frede-rick Novicki'nin ifadesine göre yerli nüfus 70 genel nüfus ise 400 civarındadır.

Polonezliler türkçeyi ve lehçeyi aynı şekilde konuşuyorlar. Ayrıca rumca, fransızca, italyanca ve almanca da biliyorlar. Genellikle eğitim seviyeleri yüksek. Eğitimlerini İstanbul'daki yabancı okullarda tamamlayıp yüksek tahsil de yapıyorlar.

Köye girişte ilk göze çarpan, kilise ve karşısındaki mezarlıktır. Bu iki yapı Kontes Zborowska'nın 1914'de yurt dışında topladığı bağışlarla elde ettiği, koloninin ortak fonu ile yapılmıştır. Bu sırada köyün papazı olan Aleksis Sie-ra'da hükümetten izin alabilmek için büyük çaba göstermiştir. Mezarlık ise Adampol'un aynı zamanda yazılı bir tarihidir de. Son derece temiz ve bakımlı olan bu mezarlığın girişindeki kitabe, türkçe ve lehçedir. "1831 ve 1863 yılında Polonya'nın hürriyeti için savaşmış olan ve 1854-56 tarihinde Kırım Savaşı'na katılmış bulunan kişiler için Polonezköyü'ndeki bu latin ka-tolik mezarlığı, 1848'de Türkiye'ye sığınmış Polonyalılar tarafından yapılmıştır."

Bu türkçe ibarenin altında, lehçe tercüme de yer almaktadır.

Bu küçük ve bakımlı mezarlıkta, diğer mezarlardan biraz uzak ve göze batmayan bir yerinde, büyük Polonyalı Şair j. Slovvacki'nin ideal ve şiirsel aşkının simgesi olan Ludvvicka, Sniadecka'nm mezarı yer alır. Ludvvicka, Kırım Savaşı'nda Polonyalı Kazak ve Dragon (2) Alayı'nın komutanı olup Osmanlı Ordusu'nda Mehmet Sadık Paşa adıyla anılan General M. Czay-kovvski ile evlenmiş. Güçlü ve sanatkâr kişiliğiyle eşini çok etkileyen Ludvvicka, 1866'da İstanbul'daki evinde ölünce vasiyeti üzerine buraya getirilip defnedilmiş. Ludwicka sonradan müslüman olmuştur. Mezarlıktaki tek müslüman mezarı da, bu hanımındır. Mezartaşında lehçe şu ibare vardır:

"CORKA JENDRZEJA SYNOVVlCA JANA ZONA GENERALA DOVVODCY KOZAKOVVI DRAGONOVV OTTOMANSKICH ZMARLA LUTEGO 1866 ROKU NA DZEHANCIRZE W KONSTANTYNOPOLU POCHOVVANA NAZIEMIPOLSKİEİ VVADÂMKIOJ"

Polonyalıların yapmış oldukları yakın akraba evliliklerinin bir ispatı da, buradaki taşlardır. Haçların üzerindeki aile isimleri neredeyse bir elin parmaklan kadardır. En çok rastlanan aile isimleri WlLKOSZEWSKl, NOVVIC-Ki, DOCHODA, RYZY, KEPKA, BlSKUPSKl, dır.

Mezarlığın karşısındaki kilise, geniş bahçesi ve bahçeyi dolduran yüksek ağaçları ile, kiliseden çok, bir dağ evini andırır. Küçük demir parmaklıklı bir kapıdan bahçeye girince şair Mickievvicze için yapılmış küçük bir anıt göze çarpar. Üzerinde yine lehçe ve türkçe şu ibare yazıtıdır.

Bu köy kilisesinin kapısındaki plâkette de şu ibare yazılıdır:

"Poionezköy'deki bu Latin Katolik Kitise'si, 1842'de Azize Anna ismiyle inşa edilmiştir. Sonra 1914'de Czestochovva (3)'lı Meryem Ana'ya vakfedü-miştir."

Bu kitabenin de altında lehçesi yazılıdır.

Kilisenin papazı, annesi italyan, babası fransız olan Marcel Corenthi'dir. Peder aynı zamanda Nötre Dame Delourde katolik kilisesi'nde görevli, 1963 yılından beri, 15 günde bir, cumartesi akşamından Polonezköyü'ne gelip, pazar âyinini yapıyor. Ayrıca önemli dinsel günlerdeki törenleri de, burada icra ediyor.

1962'de türk vatandaşı olan, 50 yaşlarında, ince yapılı, güleç yüzlü bir din adamı Peder Corenthi, bu kilise'de tatsız bir olayla göreve başlamıştı. Bir cenaze töreni ile.. Bunu vaftizler ve düğünler İzlemiş. Yalnız son senelerde oldukça yalnızlık basmış kiliseyi. Nüfus çok azaldığı için evlenen de vaftiz olan da olmuyormuş. Kilisenin son görkemli nikahı 24.3.1979 da Conrad'ın oğlu Petrum Paulum Zilkovvski ile Sabina'nınki imiş. Bu nikahtan sonra on sene boyunca susan düğün çanları, 6 Ağustos 1989 da Josef Dahoda ile Jola için bir kere daha çalmış. Kilise defterindeki kayıtlı son vaftiz ise 25.2.1985'te Bolek-Emine Biskupski'lerin kızı Dilara Melania'nın..

Peter Corenthi'den evvel, İstanbul'daki Saiunt Antuan Kilisesi'nden, polo-nezlilerin dini törenleri için rahip gelirmiş. Jan Kot, Antonius Wojdas bunlardan ikisi.

Kilisenin ilk rahibi Aleksis Siera 1847'de ölünce, lazarist rahipler kiliseyi idare etmeye başlamışlar. Kilise defterinden belli olduğu gibi, bunlar sürekli değişiyorlar, bir yıl içinde 3-4 rahip gibi. Laurentius Karaula, Marius Jubgo-nik, Fransius Josephs Zilhkowski vs. gibi.

Peder, cemaatin çok azaldığını ifade etti. Bunu biraz da çalışma koşullarının güçlüğüne, Almanya'da iş bulanlarla, Türklerle evlenip köyden ayrılanların çokluğuna, bir de konuklara daha iyi hizmet edebilme kaygusuna bağlıyor. Evvelce 150-160 kişi olan cemaat, 40-45 kişiye inmiş . İndileri lehçe. Âyin lehçe yapılıyor fakat vaaz türkçe.

Kilisenin bakımını, giderlerini Polonyalılar kendi aralarında sağlıyorlar. Kilisenin karşısında pansiyonu olan (Adolf Pansiyon) Adolf Wilkoschewski, bahçe ile ilgileniyor, temizliğini yapıyor.

Dışarıdan dağ evini andıran kilisenin içi, oldukça geniş. Yüzelli kişiyi rahatlıkla alacak tertemiz sıraları, duvarlarında isa'nın yaşantısını sembolize eden tabloları var. Birde tepede, tavana yakın yerde, lehçe büyük harflerle bir yazı:

"POD TWOJA OBRONE UClEKAMY SlE" (4)

Köyün diğer ucunda, Köyiçi Mevkiî'nde Gülay Otel'i ve P.T.T.'yi geçince, küçük ilkokulu yer alıyor. Polonezköyü'nün ilk eğitim yuvası, kontes'in topladığı yardımlarla yapılan kilise'ye bitişik küçük ek bina idi. Kilise'nin ilk rahibi ve buraya ilk yerleşenlerden olan Siera, burada göçmenlerin çocuklarının eğitimini de üstlenmişti. 1925'de ise, Pavel Julkowski, çocukları lehçe eğiti-yormuş. Bu zat polonezli olup, sonradan Almanya'ya gitmiş ve subay olmuş, l. Dünya Harbi'nin hemen öncesi alman zırhlısı Göben (sonradan Yavuz)'de alman subayı imiş. Gemi İstanbul'da bulunduğu sırada arkadaşlarını Adam-pol'e getirir, orada eğlenirler ve ava çıkarlarmış. Harp bitince de Polo-nezköyü'ne temelli olarak dönmüş.

Köy İlkokulu 1930'larda Milli Eğitim Müdürlüğü'ne geçmiş ve bu tarihten itibaren türkçe eğitim başlamış. 1955'te Beykoz tapusunun 6 pafta, 94 parselde kayıtlı 1725 m2 lik arsanın içindeki tek katlı küçük binada eğitime başlamış.

Adnan Okumuş, okulun hem müdürü, hem de öğretmeni. 1987-88 öğretim yılındaki öğrenci sayısı ise 27.. Tek derslik bir okul. Adnan Okumuş 5 sınıfı da tek dershanede eğitiyor, l.nci sınıfta 7, II.inci sınıfta 5, III.üncü sınıfta 6, IV. sınıfta ise 5, V.inci sınıfta 4 öğrenci var. Bu öğrenci tablosu Polo n ezköyü'nde genç nesilin artık bitmeye başladığını gösteriyor. Zira anne-baba polonez olan tek çocuk Aylin Clara Zilkovvski. Baba polonez anne türk olan da, Deniss Nowiçki. Geriye kalan 25 öğrenci ise türk. Bunlar da zenginlerin villalarındaki bekçi ve bahçıvanların çocukları.

Polonezköyü'nden birtakım ünlü kişilerde çıkmış. Bunlardan biri Leyla Gencer. Annesi polonez, babası türk. Yani yarım kan polonez bu dünyaca ünlü soprano.. Çocukluk ve gençlik yıllarını Adampol'de geçiren Leyla Gencer, ilk gençlik aşkını da burada yaşamış. Polonez'in sarışın güzeli delikanlısı Zygmunt Ksiezopolski ile sık-sık koruda buluşurlarmış.İki sevgili şarkı söylemeye başladı mı, bütün köy kulak kesilir onları dinlermiş. Ancak vefasız zamanın akışı içinde, iki sevgili ayrı düşmüş. Herkes kendi yolunu seçmiş. Leyla Gencer Türkiye'den ayrılınca, Zgymunt da Amerika'ya gitmiş (5). Kuzeni olan Leslav Ryzy'nin eşi, Polonez'de hâlâ pansiyonculuk yapıyor. Ryzy'ler Leyla Gencer'den sitemle söz ediyorlar. "İstanbul festivaline binbir nazla geldi. Ancak iki adımlık Polonez'e uğramadı" diyorlar.

Dünyaca ünlü diğer bir polonezli de, bir bilim adamı. Filolog Prof. Ludvvig Biskupski. İstanbul Üniversitesi'nde fransız filoloji kürsüsünde rektörlük yapmış olan Biskupski, doğduğu yerin tarihini "La Turguie Moderrî'in Haziran 1955 sayı- sında belgelemiş ve Adampol'lular için verilen Osmanlı Fermanlarını ya- yınlamışttr. Bu fermanlardan H. 1271 (1854) ve H. 1276 (1857) tarihli olanları Kazak ve Dragon Alaylan'nın kurulması hakkındadır.

Ünlülerin yanı sıra kendi branşlarında hayli başarılı kişiler de yetişmiştir bu şirin köyden. Bunlardan biri Leslav Ryzy'nin ağabeyi Edwin Ryzy. 1950'lerde Ankara Radyosu Dış Yayınlar Şubesi'nde lehçe tercüman ve spiker olarak çalışmış, daha sonra TRT Dış ilişkiler Müdürü olmuş. Çevresi tarafından çok sevilen Edwin Ryzy, 1980'de öldüğünde kendisine büyük bir cenaze merasimi yapılmış.

Eski muhtar Edek'in çocukluk ve okul arkadaşı olan elektrik y. mühendisi Micezyslaw Ksiezopolski de Türkiye'de kurulan Siemens firmasında uzun yıllar yöneticilik yapmış. Hilton Oteli inşaatının bütün elektrik tesisatını Almanya'dan getirdiği malzeme ve makinalarla kurmuş. 1960'lı yıllarda ise Kanada'ya gidip, orada yerleşmiş.

Polonya Sefarethanesinde görevli olan Kondrat'da, Polonezköyü"nden yetişenlerden. Yine Siemens'in proje ve mühendislik bürosunun müdürü köyden yetişme Elek. Y. Mühendisi A. Dohoda'dır.

Harbin bitişinden sonra 3 Ağustos 1956'da bu alay kaldırıldı. Fakat Meh-med Sadık Paşa 1873'e kadar Osmanlı Devleti'nin hizmetinde kaldı. 1973'te Çar II. Alexandır Kont Michal Czaykowski'yi affetti. Çok sevdiği ve en büyük yardımcısı olan eşi Ludvvicka Sniadecka da ölmüştü. Artık onu buraya bağlayan pek bir şey kalmamıştı. Çaı"ın affından sonra Kiev'e yerleşti ve yeniden hıristiyan oldu. 1886'da Çernigov yakınında Borki'de bulunan kendi çiftliğinde intihar etti.

Polonezlilerin bazıları hatıralarına o kadar bağlı ki, insan keşke hepsi böyle olsa diyor içinden. Bunlardan bir tanesi koloniye ilk yerleşenlerden Ignace Kepka'nın (6) torunu olan Anna Wilkoşewski. Koloninin kurucusu olan Adam Czartoryski'nin bir portresini evinde büyük bir titizlikle muhafaza ediyor. Ayrıca bir de anı defteri var. Bu defter ona iki sene evvel 80 yaşında ölen teyzesi Zosia Ryzy'den intikal etmiş. Anna da onu Polonya tarihinin gel-mîş-geçmiş kahramanlarının resimleri madalyalar ve büyük-küçük flamalarla beraber muhafaza ediyor. Defteri karıştırdığınızda burayı kimlerin ziyaret ettiğini görüyorsunuz.

Anna ve diğer polonezlilerin söylediğine göre, Alman Mareşali Von Der Goltz da buraya gelmiş ve bu deftere "Kendimi Adampol'de Cennetteki Adem gibi hissediyorum" diye yazmış (7). Yalnız defterin bu sayfası kopuk. Anna ve Edek bu sözleri çok iyi hatırlıyorlar. Anna'ya göre 1,5 yıl önce gelen polonyalı gazeteci ve televizyoncular, buradan epey malzeme toplayıp götürmüşler. Bu defter yaprağı da o zaman yırtılıp alınmış olabilir.

Polonezköyü, Fransa, Avusturya ve Macaristan Elçilikleri geçmişte himaye etmişlerdir, l.nci Dünya Savaşı'ndanönce Osmanlı Sarayı mensupları, ileri gelenleri ve yabancı diplomatlar, Polonez'in güzel manzarasından, temiz havasından zevk alırlardı (8). Ancak şuna işaret etmek gerekir ki, Polonezköyü değişmektedir. Burası her zaman sulh ve sükûn içinde bir yer olmuştu. İpek gibi çayırlara yatıp güneşli gökten geçen pamuk yığını bulutları seyretmek için güzel bir yerdi evvelce, ikinci Boğaz Köprüsü'nün yapılması dolayısıyla, mesken ve trafik yoğunluğu yüzünden, bir müddet sonra kalabalık ve gürültü bu sakin beldeyi yaşanılmaz kılacaktır sanırız.

KAYNAKÇA ve NOTLAR:

1-Şeref Kayaboğazı, Boğaziçi, ist. 1958, s. 160.

2- Dragon, Fransız ordusunda atlı veya yaya olarak savaşan askerlere verilen bir isimdir. Mitolojide de aslan pençeli, kanatlı ve yılan kuyruklu bir yaratık olarak tasvir edilir.

3- Czecîochowa, Polonya'da yukarı Warta kıyısında küçük bir şehirdir. Bu şehir "Sjyah Meryem'e" ithaf edilmiştir.

4- Bu ibarenin anlamı: "Senin himayene sığınıyoruz".

5- Ümit Bayazoğlu, "Polonezköy", Şehir Dergisi, Ağustos 1987, s. 6, s. 25.

6- Ignace Kepka 101 yaşına kadar yaşamış ve Dragon alayında Kont Zamoyski'nin birliğinde savaşmış bir eski askerdir. Paul Zilkovvski'nin kitabında yazdığına göre Ignace Kepka asker ruhunu hiç yitirmemiş. 1918 kısmında yurdunun yüzyıllık düşmanlarının boyunduruğundan kurtulduğu haberini aldığında gözlerinden sevinç yaşları boşalmış ve eski savaş türküleri olan "Silah Başına"yı söylemeye başlayarak duygularını dile getirmiş.

7- Dr. Ludvving Biskupskİ, La Turquie Moderne, Haz. 1955

8- Betsy Harrell-Evelyn Lyle Kalças, Mini Tours near İstanbul, Book l, isi. 1975, s. 12.